Doç.Dr.Aziz Çelik

İnsan hakları ve sendikal haklar

Türkiye Maden İş Sendikası -

İnsan haklarının tasnifi konusunda farklı yaklaşımlar olduğu bilinmektedir.(1) Bunlardan biri de insan haklarını kuşaklar şeklinde ele almaktır. Bu tasnifte insan hakları, "birinci kuşak", "ikinci kuşak" ve "üçüncü kuşak" haklar olarak üç ana kümeye ayrılarak ele alınmaktadır. Klasik haklar olarak da bilinen birinci kuşak haklar, Amerikan ve Fransız devrimleriyle uygulamaya konan, öncülüğünü dönemin yükselen sınıfı burjuvazinin ve liberal düşünürlerin yaptığı haklardır. Klasik hakları kullanabilmek bakımından özgür olmak, devletin karışmaması, bireylere müdahale etmemesi ve pasif kalması zorunludur. Bu haklar bireyi devlete karşı korur. Yaşam hakkı ve kişi dokunulmazlığı, düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü, inanç ibadet özgürlüğü, konut dokunulmazlığı, mülkiyet hakkı, dernek kurma hakkı, dilekçe hakkı, seçme ve seçilme hakkı birinci kuşak haklardan bazılarıdır.(2) Birinci kuşak haklar liberalizmin soyut eşitlik anlayışını yansıtır. Sosyal haklar olarak da bilinen ikinci kuşak haklar ise, insanların haklarından yararlanabilmeleri için serbest ve özgür olmasının yeterli olmadığının anlaşılmasıyla ortaya çıkmaya başladı.

Liberalizmin soyut eşitlik anlayışında bireyler, piyasa mekanizmasına dâhil oldukları andan itibaren anlamsız hale gelir ve eşit olma şanslarını yitirirler.(3) Çünkü bu andan itibaren bireyler artık soyut kimseler değil, somut iktisadi-toplumsal ilişkilerin öznesi ya da nesnesi durumundadırlar. Kamu Hukukçusu Münci Kapani, Fransız Devrimi ile sembolleşen klasik liberal doktrinin insanı yaşayan değil soyut bir varlık olarak ele alması karşısında şu özlü eleştiriyi getirmektedir: (4)
"Bu doktrin, 'insan'ı içinde yaşadığı toplumdan ve çevreden sıyırarak soyut bir varlık olarak ele almakta ve bu soyut varlığın kişiliğini felsefi bir spekülasyon konusu olarak değerlendirmeye çalışmaktadır. Günlük hayat şartları ile mücadele eden, bu hayat şartlarının karşısına çıkardığı güçlükleri yenmeğe, geçimini ve varlığını sağlamaya çabalayan kişi, sosyal varlık olarak 'yaşayan insan' olarak hiç dikkate alınmamıştır... Her şeyden önce kendisine hayat hakkı, yaşama hakkı tanınmıştır-fakat en basit sağlık şartlarından yoksundur; hayatını tehdit eden çeşitli hastalıklara karşı çaresizdir. Kendine mesken dokunulmazlığı tanınmıştır-ancak başını sokacak meskeni yoktur. Evet, kendisine öğrenme hakkı, fikir hürriyeti tanınmıştır-fakat daha küçük yaştan hayatını kazanma derdiyle karşılaştığından ne öğrenmek için okula gidecek zamanı vardır, ne de gerçek bir fikir hürriyetinden faydalanabilmek için gerekli olan fikri gelişmeyi sağlayacak imkâna sahiptir."

Bu soyut eşitlik anlayışı, hukuk alanında da kendini gösterir. Liberalizm, emek-sermaye ilişkilerini borçlar hukuku içinde düzenler. İşçi ve işvereni eşit ve özgür bireyler olarak ele alır, aralarındaki iş ilişkisini genel sözleşme özgürlüğü etrafında her hangi bir borç-alacak ilişkisi olarak kabul eder ve tarafların özgür iradeleriyle sözleşme bağıtlamaları ve sona erdirmeleri ilkesini savunur. Oysa emek-sermaye ilişkisinin temel özelliği, işçinin sermayedara olan ekonomik bağımlılığıdır.

Sermayeyi elinde tutan işveren karşısında, işgücünün karşılığı olarak alacağı ücret dışında hiçbir olanağı bulunmayan işçinin korunması, taraflar arasındaki dengesizliği gidermek için zorunludur.(5) Sosyal politikanın ve onun araçlarından biri olan iş hukukunun doğuşu ve gelişiminin temel nedeni, iş ilişkilerinde daha güçsüz durumda olan işçinin korunması ihtiyacı(6) ve liberal anlayışın borçlar hukukunda ifadesini bulan sözleşme özgürlüğü yaklaşımıyla ya da piyasa mekanizması ile bunun mümkün olmamasıdır. İkinci kuşak hakların en önemlilerinden olan sendikal haklar veya diğer bir ifadeyle toplu işçi hakları bu ihtiyacın ürünü olarak ortaya çıkmıştır.

İkinci kuşak haklar, bir serbesti ve özgürlüğün ötesinde devletten bir hizmet/edim isteme yetkisi veren haklar olarak gelişmeye başlamıştır. Çalışma hakkı, sendikal haklar, sosyal güvenlik hakkı, sağlık hakkı, parasız öğrenim hakkı, konut hakkı ikinci kuşak veya sosyal hakların en önemlileri olarak bilinmektedir. Üçüncü kuşak haklar ise dayanışma hakları (çevre, gelişme ve barış gibi) olarak bilinmektedir.(7)Bu hakların gerçekleşmesi için devletin olumlu edim (fiil) zorunluluğu vardır.

Liberaller ikinci kuşak/sosyal hakların gerçekte insan hakkı olmadığını ileri sürmektedir. 20. yüzyılın son çeyreğince güç kazanan bu yaklaşıma göre insan hakları gerçekte negatif haklardır. (8) Liberalizmin, devletin sosyal ödev ve edimlerine karşı çıkan yaklaşımının 20. yüzyıldaki önde gelen temsilcisi Frederick Von Hayek, piyasaya yönelik müdahaleci yaklaşımlara kökten karşı çıkarak, piyasayı düzenlemeye yönelik müdahaleleri köleliğe doğru gidiş olarak tanımlar.(9)

Hayek, devletin işlevini ve müdahalesini sadece rekabetin daha iyi işlemesini sağlayacak bir hukuk düzeni kurmak olarak tanımlamakta ve sosyal korumacı düzenlemelere karşı çıkmaktadır. Hayek, piyasaya dayalı ekonomik düzen içinde sosyal adalete yer olmadığını ve sosyal adaletin boş bir kavram olduğunu; sosyal adalet adına bir otorite tarafından piyasaya getirilecek yükümlülüklerin varlığı durumunda, piyasayı korumanın mümkün olmadığını ve sosyal adaletin ancak bir komuta ekonomisinde ya da merkezi olarak yönetilen bir ekonomide mümkün olduğunu ileri sürmektedir.(10)

Sosyal haklara ve devletin sosyal düzenleyici rolüne karşı bir başka kökten piyasacı kaşı çıkış ise, Milton Friedman?dan gelmiştir. Friedman, devletin rolünü; sadece piyasanın işleyişi için yasal çerçeveyi sağlamak ve hakem olmak şeklinde tanımlayarak aralarında sosyal sigorta programları, kamunun toplu konut yapımı gibi önlemler de olmak üzere devletin sosyal harcamalarına karşı çıkmıştır. Friedman, sendikaların iş gücü tekeli yaratarak piyasanın etkinliğini ve istihdamı azalttığını ve genel olarak çalışanların gelirlerini daha da eşitsiz hale getirdiğini iddia etmektedir.(11) Yeni-liberalizmin sendikal hakları ortadan kaldırmaya yönelik politikalarının arkasında bu liberal yaklaşım yatmaktadır.

Sendikal Hakların Niteliği
Sendika hakkı sosyal hakların belki de en önemlisidir. Çalışan sınıflar bu hak sayesinde diğer sosyal haklara kavuşma imkânını bulabilirler. Ancak, tek başına sendika hakkı bir anlam ifade etmez, amaca ulaşmaya yetmez. Bu hakkın toplu sözleşme ve grev hakkıyla perçinlenmiş olması gerekir. Diğer deyişle, sendika hakkı ile grev ve toplu pazarlık hakları bir bütün oluştururlar.(12) Sendika hakkı, çalışanların bireysel diğer sosyal haklarının uygulanabilmesinin en önemli güvencesidir. Çünkü sosyal haklar bir "lütuf" değil, sosyal, sınıfsal mücadele ve kolektif eylem sonucu elde edilen haklardır.

Sendikal haklar klasik birinci kuşak haklardan hem tarihsel olarak hem de içerik açısından farklı, onların soyut-bireysel yanlarını tamamlayan haklardır. Klasik haklar, burjuvazinin öncülüğünde liberalizm tarafından geliştiren haklar iken, sosyal haklar işçi sınıfının ve sosyalist düşüncenin etkisiyle gelişen, emekçi sınıfların burjuvaziye karşı yürüttükleri mücadeleler sonucunda elde edilen haklardır.(13) Klasik haklar hiçbir ayırım yapılmadan bütün insanların hak ve özgürlükleriyken sosyal ve sendikal hakların öznesi ise iktisaden zayıf ve güç durumda olanlar, çıkarlarını korumak için bu araçlara ihtiyaç duyan sınıf ve kesimlerdir.

Bu çerçevede sendikal haklar ve sendika hakkının münhasıran emeğe ilişkin, emekle ilişkili bir hak olduğunun altını çizmek gerekir. Bu noktada sermayedarların örgütlenmesini sendika hakkı çerçevesinde değil örgütlenme ve dernekleşme hakkı etrafında ele almak gerekir. İşverenlere tanınan örgütlenme (sendika) hakkı sosyal bir hak değil, ekonomik bir hak olarak değerlendirilmektedir.(14) Bu yüzden "işveren sendikası" kavramı hem tarihsel hem de etimolojik açıdan uygun bir ifade değildir.(15)

Günümüzde pozitif hak-negatif hak ayırımına dayanan sınıflandırmanın geçerliliğini yitirdiğini söylemek mümkündür.(16) Dahası devletin olumlu edimi olmaksızın sendikal hakların gerçekleşmesi neredeyse imkânsızdır. Sendika hakkı ve özgürlüğü köken olarak bir araya gelme hakkına, koalisyon hakkına dayanmakla birlikte ondan farklı, özgün bir haktır.

Sendikal hakların devletin olumlu edimi olmadan gerçekleşememesinin en önemli nedeni, bu hakların ekonomik ve sosyal içeriğidir. Sendikal hakların kendiliğinden gerçekleşmesinin önünde tarih boyunca ciddi bir sermaye sınıfı direnci hep var olmuştur. Nasıl ki bireysel işçi hakları borçlar hukuku içinde tarafların karşılıklı özgür iradeleriyle değil, iş hukuku çerçevesinde işverenin sınırlandırılmış iradesiyle gerçekleşiyorsa ve devlet iş ilişkisinde güçsüz olan işçiyi koruyucu yasal düzenlemelere başvuruyorsa, sendikal haklar için de benzer koruyucu düzenlemeler gereklidir. Nitekim gerek Anayasal gerekse yasal düzeyde sendika hakkını korumaya yönelik çeşitli düzenlemeler söz konusudur.

Dahası uluslararası çalışma hukukunda da sendikal hakların kullanılabilmesi için devletin olumlu edimde bulunmaya ve hakların kullanılmasını sağlamaya ve kullanımının engellenmesinin önlenmesine dair düzenlemeler yapması gerektiği kabul edilmektedir. Türkiye?de sendikal nedenli işten çıkarmaların yaygınlığı ve genel olarak işverenlerin sendikasızlaştırma için kullandıkları çeşitli yasal ve yasa dışı teknikler dikkate alındığında sendikal hakların gerçekleşmesi için devletin yüklenmesi gereken olumlu edimin önemi daha iyi anlaşılabilir. (17)

(1) Oktay Uygun, "İnsan hakları Kuramı", İnsan Hakları, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000, s. 21.
(2) Oktay Uygun, "İnsan hakları Kuramı", İnsan Hakları, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000, s. 21.
(3) Elmar Altvater, "Neoliberal Karşıdevrimin Hiç de Gizli Olmayan Çekiciliği". Çeviren: Nail Satlıgan. İktisat Dergisi. Aralık 1984, s. 50.
(4) Munci Kapani, Kamu Hürriyetleri, Yeniden Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş Üçüncü Bası, Ankara: AÜ Hukuk Fakültesi Yayınları, 1970, s. 48?49.
(5) Sarper Süzek, İş Hukuku, İstanbul: Beta Yayınları, 2002, s.16.
(6) Nuri Çelik, İş Hukuku Dersleri, Genişletilmiş 15. bası, İstanbul: Beta Yayınları, 2000, s.17.
(7) Oktay Uygun, "İnsan hakları Kuramı", İnsan Hakları, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000, s. s. 23.
(8) Uygun, s. 33.
(9) Frederick A. Von Hayek, The Road to Serfdom, London: Routledge, 2001, s. 4.
(10) Friedrich A. Hayek, Law Legislation and Liberty, Volume 2: The Mirage of Social Justice, Chicago: The University of Chicago Press, 1976, s. 67-69.
(11) Milton Friedman, Kapitalizm ve Özgürlük, Çeviren: Doğan Erberk ve Nilgün Himmetoğlu, İstanbul: Altın Kitaplar, 1988, s. 47-68 ve 203-204.
(12) Bülent Tanör, "Sendika Hakkı ve Özgürlüğü", İnsan Hakları, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000, s. 231.
(13) Tanör, 2000, s. 230.
(14) Tanör, 1978, s. 98-99.
(15) "Ülkemizde "işveren sendikaları" olarak adlandırılan işveren örgütleri çalışma ilişkileri yazını açısından oldukça tartışmalı bir kavramdır. Çünkü "sendika" kavramı doğrudan işçilerin oluşturduğu örgütler için kullanılmaktadır. Anglo-Sakson dünyasında işçi sendikaları için "Trade Union", işveren sendikaları için ise "Employer Association" terimleri kullanılmaktadır. Alman hukuku da işçi, işveren ayrımı yaparak sendikalar için "Gewerkschaft", işveren örgütleri için ise "Arbeitgebervereine" terimlerini kullanmıştır. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) benzer bir ayırımla İngilizce kullanımda sendikalar için "trade union", işveren örgütleri için de "employers? organizations", Fransızca kullanımda sendikalar için "syndicats", işveren örgütleri için ise "organisations d'employeurs" kavramlarını kullanmaktadır. Bu nedenlerle olsa gerek Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) İngilizce "Turkish Confederation of Employer Associations" (Türk İşveren Birlikleri Konfederasyonu) adını tercih etmektedir." Meryem Koray ve Aziz Çelik, Avrupa Birliği ve Türkiye?de Sosyal Diyalog, Ankara: Belediye-İş Yayınları, 2007, s. 285.
(16) Gemalmaz, s. 1424.
(17) Banu Uçkan ve Engin Yıldırım, "İşverenlerin Sendikasızlaştırma Modelleri Ve Türkiye Örneği", Çalışma ve Toplum, Sayı 25, 2010/2; Onur Bakır ve Akdoğan, Deniz. (Ocak-Şubat 2009). "Türkiye?de Sendikalaşma ve Özel Sektörde Sendikal Örgütlenme", Türk-İş Dergisi, Sayı: 383, ss. 88-95.