Sendikalar ve Siyaset
Önümüzdeki Seçim Niçin Önemlidir?
Türkiye çok ciddî bir seçimin arifesindedir. Seçimle oluşacak iktidar Türkiye'yi, geri dönüşü olamayan, yeni bir raya oturtuyor olabilir. Bu gidişat, dünya emperyalizminin boyunduruğuna girilmiş olarak, emekçiler üzerindeki baskıların daha da artacağını göstermektedir. Seçimlerden sonraki ana konunun anayasa değişikliği olacağı açıkça ifade edilmektedir. Son referandumla yüksek yargı organları sıkı denetime alınmış olduğundan, çağdaş ilkelere uymayan herhangi bir anayasa değişikliğine kaşı çıkabilecek yargısal bir tepki de olmayacağından, parlamentonun bileşimi ve oluşumu çok büyük bir önem arzetmektedir. Ne ilginçtir ki, son referandumda sendikalarımızdan güçlü bir ses çıkmadığı gibi, önümüzdeki seçimlere yönelik olarak da herhangi bir kıpırdanış sezilmemektedir. Türkiye öyle bir dönemece sokulmaktadır ki, demokrasi ve özgürlüğe inanmış her güç sözde "ileri demokrasi" ve sözde "özgürlük" söylemleri ile halkı aldatarak, ulusu karanlık taassup tüneline sokmaya çalışan güçlere engel olmak durumundadır. Böyle bir kalkış, ülkenin olduğu kadar, bizzat emekçilerin ve ezilen halkların da kurtuluşu adına gereklidir.
Anayasanın Önemi ve Sendikaların Tutumu Nedir?
Anayasa, bir ülkenin uzun yıllar etkisi altında kalacağı en temel yasadır. Türkiye'de yeni anayasa yapılması konusu hararetle tartışılırken konfederasyonlarımızın ve sendikalarımızın böyle bir tartışmada fazla etkili bir şekilde yer almamaları kuşku ile karşılanmalıdır. Halbuki, tam tersine, sermayenin ve küreselleşmenin etki ve baskısını her geçen gün yükselttiği günümüz koşullarında sendikaların yasal zemine hakim olma, hiç değilse, yasal zeminin oluşturulmasında söz sahibi olma gayretlerinin üst düzeyde olması beklenirdi.
Anayasa, devleti kuran, devlet organlarını ve bu organların çalışma koşullarını belirleyen, devlet gücü karşısında vatandaşın hakkını koruyan ve gözeten temel yasadır. Anayasalar bir devletin ekonomik sistem künyesinin belirlendiği temel belgelerdir. Ünlü devlet teorisyeni Hobbes'un belirlemesi ile "canavar devlet" aygıtı karşısında vatandaşın korunması demokrasinin temel ilkesi olarak algılanır. Hobbes'e göre, yasama, yürütme ve kolluk kuvvetleri olarak bilinen baskı aygıtları ile donanmış olan devlet karşısında vatandaş korumasızdır ve korunmaya muhtaçtır. Günümüzde sıkça dillendirilen "bireyci devlet" görüşü ya da "devlet birey içindir" yaklaşımının özünü temsil eden Hobbes felsefesinin zamanımızda artık geçerliğini yitirmiş olduğu açıktır. Zira, günümüzde aşırı büyümüş ve güçlenmiş sermaye karşısında bizzat devlet de vatandaşla birlikte gücünü yitirmiştir. Ne hazindir ki, sermayeye karşı güçsüz konuma gelmiş olan emekçiler, sermaye karşısında benzer konumdaki devletin yasama erkinden umar beklemek durumundadır! Oysa, günümüzün sermaye hakimiyeti altında, geçmişin liberalizm anlayışı da tarafsız devlet anlayışı da önemini yitirmiştir. Günümüzün bireyci özgürlük anlayışı, eşitlerin özgürlüğü anlamında değil, farklı kesimlerin birbirini ezme serbestisi anlamını ifade etmektedir. Kapitalist sistemlerde özel kanunlarda demokrasi olarak toplumlara yutturulan "sözleşme serbestisi" ilkesi de(!), aslında güçlünün güçsüzü ezme hakkının ifadesinden başka bir şey değildir! Hal böyle olunca, burjuva demokrasisinden umar beklemek yerine, toplumsal katmanlar kendilerine uygun politikaları varolan koşullar çerçevesinde düşünmek ve üretmek zorundadır.
Sistemin Sendikaları Yumuşatma Politikası Nasıl Algılanmalıdır?
Ancak, maalesef, tehlike de tam bu noktada ortaya çıkmaktadır! Zira, günümüzün varolan koşulları aynı zamanda günümüzün hareket alanını belirlemekte ve sınırlamaktadır. Örneğin, sendika liderlerinin sıkça kullandıkları "sendikal direnişimizi yasalar çerçevesinde sürdüreceğiz" gibi ifadeler, daha başlangıç aşamasında sermaye hakimiyetinin ve çizdiği sınırların kabul edilmiş olduğunun belirgin göstergesidir. Zira, güçlü sermaye kesimi, sistemi kendi çıkarı doğrultusunda işletirken, aynı zamanda, sisteme karşı oluşumları yumuşatmak ve işleyişi meşrulaştırmak durumundadır. Hal böyle olunca, sermaye kesimi kendi belirlediği ve kendisine zarar oluşturmayacağını düşündüğü belirli alanlarda karşıtlarına hareket serbestisi tanır ve buna izin verir. Adına özgürlük dahî denemeyecek bu kısıtlı hareket serbestisi içinde sermaye karşıtları bilinçli ya da bilinçsiz olarak sermayeye karşı geliştirdikleri tepkileri dile getirir ve bu kadarlık icraatları ile çıkarlarını korudukları zehabına kapılırlar. Bunun çok tipik bir örneği, son 1 Mayıs toplantısının, hükümetin isteği doğrultusunda Taksim'de gerçekleştirilmiş olmanın emekçi kesimde uyandırdığı zafer algılamasıdır. Oysa, sürece bakıldığında, 1 Mayıs'a doğru bizzat İstanbul Valisi'nin Taksim alanının toplanma yeri olabileceği yönünde yeşil ışık yakmış olduğu görülebileceği gibi, referanduma giden bir hükümetin emekçilere verebileceği "bir parmak bal"ın önemi ve sermayeye sağlayacağı avantaj da ortada idi. Emekçi kesim, siyasî erkin bu lütfunu(!) elinin tersiyle itip, emekçi yoğunluğunun olduğu daha başka yerde 1 Mayıs eylemini gerçekleştirmiş olsaydı, bu tepki sermaye kesiminde olduğu kadar, sermayenin siyasetteki ajanı konumundaki siyaset alanında da yankı bulurdu.
Sistemde Sermaye Hakimiyeti Nasıl Oluşuyor?
Konuya şöyle yaklaşım yaparsak mesele daha netleşebilir. Üretim araçlarına hakim olan sermaye, sistemi ve sistemin yöneticisi görünümündeki devlet ve siyaset mekanizmasını kendi çıkarı doğrultusunda güdüler. Bu anlamda, devlet ve devlete hakim olan siyaset mekanizmasının mutlak başatlığı söz konusu değildir, olamaz da!
Zira, devlette yönetimi ele geçiren siyasal erk, kamu hizmetlerinin görülebilmesi için sermayenin ürettiği değerler üzerinden vergi almaya muhtaç olduğu gibi, sermayenin iş sağlama gücü ile de emekçilerin toplumsal huzursuzluk kaynağı olmaktan uzaklaştırılması da siyasetin yolunu açmakta, işini kolaylaştırmaktadır. Günümüz koşullarında sermayenin uluslararasılaşması ulusal hükümetlerin sermaye dokusuna karşı daha nazik hareket etmesine neden olmaktadır. Ağır vergiler ya da sair istenmedik koşulların ortaya çıkması sermayenin dış ülkelerde kendisine daha elverişli koşullar aramasına yol açabilmektedir. Sermayenin yurt dışında yatırım yapması demek, iç ekonomide binlerce emekçinin işsiz kalması ve sokağa dökülmesi demektir. Hal böyle olunca, siyasetçilerin sermaye dokusuna önem vermesi ve isteklerini yerine getirmesi konusunda hassas davranması kaçınılmaz olmaktadır. Böylesi ağır koşullar şöyle bir manzara ortaya koymaktadır: Devlet aygıtı ve ona hakim gibi görünen siyasal erk, aslında, arka planda sermayenin yasama, yürütme ve koruma organı olarak işlevi görmektedir. Başka bir deyişle, kapitalist devlet yapısı, sermaye ile emekçiler, hatta tüm sermaye dışı kesimler arasında yer alan, objektif görünümlü, ama tüm sistemi sermaye çıkarı doğrultusunda işleten bir aracı konumundadır. Ancak, devlet aygıtının bu görüntü ve işlevi, maalesef, net olarak algılanamamakta ve işleyişte emekçiler ya da halka karşı görülebilecek herhangi bir politikanın iradî olarak geliştirildiği ve sermaye yanlı olduğu bilincine varılmadan, rastlantısal ya da siyasetçilerin hatası olarak görülmekte ve söz konusu politikalardan siyasetçiler sorumlu tutulmaktadır. Bu görüntü ve böylece oluşturulan toplumsal yanlış bilinç zaman zaman siyasetçileri sahneden silse de, aslında sermayenin işine yaramaktadır. Siyaset sahnesinden silinen siyasetçi, aynı zamanda, sermayenin çıkarı doğrultusunda gerçekleştirilmiş politikaların günah keçisi olarak da sahneden ayrıldığından, sermaye aklanmış olmaktadır. Sermaye, kendisini siyasetçinin arkasında gizleyerek, hem sahnede görülmediğinden tepki odağını siyasetçiklere yönlendirmiş olmakta, hem de potansiyel karşıtlarına karşı siyasal erk marifetiyle korunmuş olmaktadır.
Sermayenin Toplumsal Denetimde Kullandığı İdeolojik Aygıtlar Nelerdir?
Sermayenin toplumsal alanda kendini gizleme becerisi, "ideolojik aygıtlar" olarak ifade edilen çok karmaşık ve etkili toplumsal kurumlar ve ortamlarda gerçekleştirilmektedir. İdeolojik aygıtlar olarak bilinen toplumu etkileme ortamlarının başında siyaset gelirken, aynı işlevle yükümlü diğer ortamlar dinsel anlayışlar, eğitimsel ortamlar, iletişim ve kültürel dokular içinde ekilmiş ve yeşermiş sermaye yanlı virüsler sayılabilir. Tüm bu ve daha birçok ideolojik aygıtlar, maalesef, toplumsal işleyişlerdeki algılamalarımızı çarpıtmakta ve gerçek hedeften sapmamıza neden olmaktadır. Türkiye'de bu tür çarpıtmaların şahikasının yaşandığına hergün tanık olduğumuz binlerce örnek karşımızda durmaktadır. Örneğin, yükselen cemaat ve tarikat ilişkilerinin emekçileri kaderciliğe itmesi ve yaşanan krizlerden sermaye ve sistemi sorumlu tutmadan, tüm olumsuzlukların bir çeşit şans ya da kadere yüklemesi gibi yanlış sonuçlar üretmesi rastlantısal değildir. Tüm kriz dönemlerinde sermaye kârları yükselirken, aynı dönemlerde işsizliğin de yükseliyor olması gözlerden uzak tutulmakta ve böylece sistem aklanmaktadır. Krizlerin ya da küreselleşmenin nasıl bir emperyalist saldırı olduğu gerçeğinin yaygın medyada yer bulmaması, tam tersine, küreselleşmenin yeni imkânların adresi olduğu gibi yayınların bolca çevreye yayılması, emperyalizmin, gerçek yüzünün yaygın toplumsal kesimler tarafından algılanmadan, emekçilerin ve tüm halkların sömürmesini kolaylaştırmaktadır. Benzer şekilde, önümüzde ciddî bir seçim varken ve seçim sonrasında anayasa üzerinde çok ciddî bir operasyon öngörülüyorken, siyasî partilerin konuşmalarının ve birbirleri ile atışmalarının içeriği bizi farklı alanlara sürüklüyorsa, birşeylerin kaçırılmaya çalışıldığının farkında olunması gerekmektedir. Görülüyor ki, ideolojik aygıtlar, yargı ve polisin devreye girmeden önce emekçileri ve bireyleri yumuşatma ve sisteme uyarlama işlevini görmektedir.
Durum emekçiler ve halkımız açısından böyle ise, o zaman emekçilerin de ideolojik aygıtlar alanında politika üretmeleri ve bu alanı tam bir mücadele ortamı haline getirmeleri kaçınılmaz olmaktadır. Eğitsel, hukuksal, sendikal, siyasal, iletişim ve kültürel ortamlarda emekçiler bir yandan sermaye ideolojisini geriletmeye çalışırken, diğer yandan da kendi ideolojilerini öne çıkarmaya ve yaymaya gayret etmelidirler. Cemaatçilik, dincilik, muhafazakârlık veya hukuk alanında mülkiyetin kutsallığı gibi kavramların anlamı tartışılmalı, örneğin, emek üretici güç ise, nasıl oluyor da emeğin ürettiği değerlere başkalarının el koyduğu açıkça tartışılmalıdır. Aynı şekilde, nasıl oluyor da, bir yandan üretim ve genel olarak toplumsal zenginlik artarken, büyük kesimler işsizlik ve yoksullukla boğuşur konuma geliyor!
İdeolojik Aygıtlar Alanında Sermayenin Manevra Gücü Ne Kadardır?
İdeolojik alanda sermaye ile mücadelenin bir yolu, pasif olarak, sermaye ideolojisine direnmek, sermaye ideolojisini yayma işlevini kutsal olarak yerine getirmeye çalışan medya araçlarına sistematik olarak boykot uygulamak şeklinde planlanabilir. İkinci olarak da, emekçi eğitimleri sıklaştırılarak, buralarda devletin konumu ve işlevi, üretimin niteliği, üretilen zenginliğin paylaşılmasının mantığı vs gibi konularda karşılıklı konuşmalar yapılmalı, kurslar tertiplenmelidir. Örneğin, sembolik olarak 1 Mayıs kutlamaları yapılmaktadır. Ama bu tür kutlamaların emekçi hakları üzerinde hemen hiçbir etkisi olmadığı da açıkça görülmektedir. Ancak, bütün bir emekçi sınıfı sorunu ne sokakta konuşulabilir, ne de bir günlük simitli-halaylı- davul zurnalı bir şenlikte derinliğine tartışılabilir. Niçin, sembolik olarak 1 Mayıs kutlamaları yaşanırken, onunla birlikte, Mayıs ayı içinde, ülkenin emekçilerin yoğun olduğu yerlerde "Emekçi Haftası" tertiplenip, bu haftalarda emekçilerle anlamlı ve güçlü mücadele yolunu açacak tartışmalar yapılmasın ki!