Anayasa ve Emekçiler
ANAYASA NEDİR?
Anayasa bir devletin hukuk sisteminde tüm diğer yasaların üzerinde hüküm ifade eden temel yasadır. Bir ulusun temel yasası olarak anayasa ülkenin yönetim biçimini belirler; yönetimin organlarını ve onların görevleri tanımlar. Demokrasilerde ulusların yönetim biçimi parlamenter sistem olarak tanımlanır. Günümüzde azalmış olmakla beraber, demokrasi dışı yönetimlerde ise krallık, padişahlık veya diktatörlük şeklinde yönetimler söz konusu olabilir. Demokratik tip yönetimlerde yöneticileri halk seçer ve seçilmiş yöneticiler belirli bir süre içinde emaneten toplumu yönetirler. Başka bir deyişle, demokrasilerde toplumun asıl sahibi ve yöneticisi siyasiler değil, halktır. Tüm halk bir araya gelip toplumu yönetemeyeceğinden, halk temsilcileri eli ile yönetim gerçekleştirilir. Bu nedenle, demokratik yönetim biçimi de temsili sistem olarak görülür. Halk tarafından seçilen ve belirli süre için kendilerinin yönetilmesi için yetki verilen siyasiler bir tür emanetçidir ve emaneten yönetim faaliyetinde bulunurlar. Parlamentonun tek yasa yapıcısı olmak sıfatı ile en üst düzeyde yönetim organı olduğu parlamenter sistem yanında, ABD'de ve diğer bazı ülkelerde meclisin yanında başkanın da benzer düzeyde yetkilere sahip olduğu başkanlık sistemi de görülmektedir.
Anayasalar bir ulusun hangi sistemle, ne kadar süre için ve ne kadar yetkili kılınarak yönetileceğini gösteren en üst düzeyli çerçeve yasadır. Bu nedenle anayasalar detay hükümlerden çok, genel çerçeve oluşturur, detayları ilgili alanlardaki yasalara bırakır. Bir ulusun gelişmemişlik düzeyi anayasanın detaya inme derecesi ile belli olabilir. Anayasal gelenek ve uygulamaların gereği kadar gelişmemiş olduğu görece yeni kurulmuş ya da geri toplumlarda anayasalar her detaya iniyorken, ileri ve gelenekleri oluşmuş toplumlarda anayasal detaydan arınmış olabilir. Örneğin, İngiltere bir anayasal devlet olduğu halde, bizlerde olduğu gibi yazılı anayasası dahi yoktur. Anayasalar doğrudan bireyleri ilgilendirecek hükümler içermez. Anayasalar çerçeveyi çizerken, mecliste yasaların anayasaya uygun olarak çıkarılması ve uygulanması, üniversiteler, yüksek yargı organları gibi üst düzey anayasal organların çalışmalarının anayasaya uygun olarak topluma hizmet vermesi hedeflenir. Kısacası, anayasa diğer kanunları ve/veya uygulamaları şekillendirme hakimiyeti ile toplumu ilgilendirir. Bu nedenle, yasaların ve uygulamaların anayasaya uygun olması gerektiği tezi ileri sürülür. Anayasalar madde metinleri ile hukuki görüntüdedir, ancak içeriği ve felsefesi ile toplumun uzun dönemli yaşamını öngören, onu etkileyen bir kaynaktır. Bu nedenle anayasa mahkemeleri üyeleri salt hukukçulardan oluşmayıp, bileşimde sosyoloji, felsefe ya da iktisat alanlarından da ilgili kişiler bulunabilir.
ANAYASA NASIL YAPILIR?
Anayasayı da tüm diğer yasalar gibi meclisler yapar. Ancak, bir meclis yasa yaparken anayasaya uymak zorunda olduğundan dolayı, ilke olarak anayasayı yasa yapan meclisler değil, özellikle anayasa yapmak için toplanan ve görevinin sadece anayasa yapmak olup, anayasa yapıldıktan sonra dağılan ve "kurucu meclis" adı verilen özel meclisler yapar. Anayasayı, futbol oyununda uyulması gereken kurallar olarak düşünelim. Nasıl kuralları oyuncular koymuyor, kendileri dışında koyulmuş kurallara göre oynuyorlarsa, teoride de aynı sistem geçerli olarak, anayasa yapımı genel meclislere değil, bağımsız ve sadece anayasayı yapmakla görevli bir seferlik oluşturulmuş meclislere bırakılmıştır. Anayasayı kurulmuş meclislerin yapamayacağı şu nedene de dayandırılmaktadır. Anayasa toplumda bir grup ya da zümrenin isteği veya bilgisi ışığında değil, tüm toplumu kapsayıcı olması gereğidir. Bu nedenle anayasayı yapacak olan kurucu meclisin toplumun tüm kesimlerini temsil etmesi fevkalade önemlidir. Hal böyle olunca, toplumun bazı kesimlerinin yansımadığı, kısacası toplumu temsil gücü zayıf olan bir meclisin anayasayı yapması teorik olarak doğru olmadığı gibi, pratik olarak da geçerli değildir. Bu nedenle, ihtilal veya darbe dönemlerinde ufak komisyonların yapmış olduğu anayasalar halkoyuna sunularak, geniş kesimlerden onay alma derecesi ölçülür. Anayasaların özel meclisler tarafından yapılması gerektiğinin dayandırıldığı diğer bir tez de, toplumun uzun dönemli çıkarları ve ilişkileri ile ilgili olarak, anayasanın yapıldığı dönemde var olan toplum ile gelecek nesiller arasında sağlıklı ilişki kurulması gereğidir. Örneğin ormanlar, akarsular gibi doğa kaynaklarının nasıl kullanılacağı, ulusun diğer uluslarla ilişkilerinin uzun dönemde nasıl kurulacağı vb gibi uzun dönemli ilişkiler ve çıkar düzenlemeleri anayasalarda yer alır. Anayasalar toplumun uzun dönemli oluşumunu belirlemede de önemli olduğundan, genellikle endişesi ve çıkarı bir seçim dönemi ile sınırlı olan siyasiler meclisinin anayasa yapması uzun dönemli toplumsal çıkarı gözetme konusunda ciddi endişelere yol açar. Bu endişelerden dolayı, teorik yaklaşımlar anayasaların tarafsız kurucu meclisler tarafından yapılmasını önerirken, seçilmiş siyasiler tüm oluşuma kendi yönlerinden hâkim olabilmek için teorik iddianın aksine, her meclisin anayasa yapabileceğini savunabilmektedir. Oysa seçildiği anda anayasaya bağlı kalacağına yemin etmiş olan üyelerden oluşan bir meclisin, üyelerinin yeminle kendilerini bağladığı anayasayı, tüm ilkeleri ile, ortadan kaldırıp yeni ilkelerle yeni bir anayasa yapması mantıken doğru olmadığı gibi, ayrıca bir anayasal suç olarak da görülebilir. Anayasaya sadık kalma yemini anayasa ilkelerinin korunacağı konusunda ulusal verilmiş bir sözdür. Dolayısıyla, anayasal ilkeler korunarak herhangi bir maddenin değiştirilmesi söz konusu olabilir, ancak, ilkelerinde değiştirilerek yeni bir anayasa yapılması ciddi ihtilaflar ve hukuk sorunu yaratabilir.
ANAYASA'DA NE GİBİ HÜKÜMLER VARDIR, ANAYASAL İLKE NE DEMEKTİR?
Yukarıda da görüldüğü gibi anayasada diğer yasalarda olduğu gibi detaylı hükümler yoktur. Bunun nedeni, anayasanın ilkeleri belirleyen çerçeve yasa olmasıdır. Anayasanın en temel ilkesi ülkenin yönetim biçimi ile ilgili olanıdır. Ülkenin yönetiminin demokratik mi yoksa krallık mı vs olacağı, demokratik olacaksa seçimlerin hangi ilke çerçevesinde yapılacağı, kaç yılda bir yapılacağı gibi hükümler yer alır. Temel siyasal yönetim biçimi belirlendikten sonra diğer sosyal ve ekonomik ilkelere sıra gelir. Bu ilkeler laik devlet ilkesi, sosyal devlet ilkesi, demokrat ve hukuka saygılı devlet ilkesidir. Bu ilkeler hem anayasanın diğer hükümlerine hem de tüm diğer yasalara ışık tutan ve yol gösteren hükümlerdir. Örneğin, emekçi haklarının ihlal edilmesi durumunda ya da vatandaşlar arasında ayırımcılık yapan bir yasa, anayasa mahkemesi tarafından sosyal devlet ya da fırsat eşitliği ilkelerinin ihlal edildiği gerekçesi ile iptal edilebilir. Örneğin, geçmiş zamanda özelleştirmelere karşı Danıştay'da açılan davalarda anayasada bulunan "kamu yararı ilkesi" esas alınıp, uygulamanın bu ilkeye aykırı olduğu kabul edilerek uygulama iptal edilebilirdi. Anayasa'dan bu hükmün çıkartılması artık özelleştirmelere karşı kamu yararı görüşüne dayalı olarak iptal davası açılamasını olanaksız hale getirmiş oldu. Aynı şekilde herhangi bir yasada dini esasa dayalı ya da toplum içinde farklı inanç çevrelerine farklı yaklaşım yapan bir yasa çıkarıldığında yine Anayasa Mahkemesi tarafından laik devlet ilkesinin ihlal edildiği gerekçesi ile bu yasayı iptal edilebilir. Sosyo ekonomik haklar açısından sosyal devlet ilkesi fevkalade önemlidir. Bu ilke kapitalist sistemde bir dereceye kadar da olsa emekçileri koruyan ve bu kesim tarafından piyasadan satın alınamayan hizmetlerin kamu kesiminden sağlanması yolunu açan ilkedir. Kapitalist sistemde patronların günahı kadar sevmediği bu ilke çoğu zaman ihlal edilebilmektedir. Patronların aleyhine emekçilerin lehine çalışan bu ilke yeni anayasa yapımında korunmuyor olabilir. Yeni anayasa yapma sürecinde Türklük karşısında Kürtlük ya da parlamenter sistem karşısında başkanlık sistemi gibi tartışmalar kamuoyunu ciddi oyalayarak emekçilerin can simidi olan sosyal devlet ilkesi geri plana çekilmektedir.
1961 ANAYASASI'NIN TEMEL ÖZELLİKLERİ NEDİR?
1961 Anayasası 1960 askeri darbesinden sonra kurulmuş olan Milli Birlik Komitesi tarafından Anayasa ve diğer hukuk profesörlerinden oluşan bir heyete yaptırılmış ve Kurucu Meclis tarafından kabul edilmiş bir anayasadır. Dönemin dünya ve Türkiye koşullarına uyarlanmaya çalışılan bu anayasanın temel özellikleri, sosyo ekonomik alanda sosyal devlet ilkesinin kabul edilmesi, hukuk alanında ise Anayasa Mahkemesi'nin kurulmasıdır. Sendikalaşmanın önünü açan ve Türkiye'nin olanakları çerçevesinde sosyal demokrasi ilkesini yerleştirmeye çalışan 1961 Anayasası, böylece hem yasama eyleminde meclisi, hem de uygulama eyleminde idareyi hukuk denetimi altına alıyordu. Bu gelişmeler sonucunda emek sendikaları gelişti ve serpildi. Ekonomide gelir dağılımı hem ücret politikaları ile hem de kamu hizmetleri yoluyla düzeltilmeye çalışıldı. Anayasanın sağladığı görece özgürlük ortamında üniversitelerde özgür tartışma ortamı oluştu ve farklı düşünce ve fikir akımları ortaya çıktı. Tüm bu gelişmeleri salt anayasanın fazileti ya da dönem yöneticilerinin iyi niyet ya da demokratik anlayışı ile açıklamak hem olanaklı değildir, hem de böyle bir açıklama tümüyle yanlış olur. Söz konusu görece demokratik ve serbest ortam, sermaye dokusunun henüz tam olarak gelişmemiş ve ideolojisini hükümetler tarafından topluma yansıtılmasında yeterli güce ulaşmamış olmasının doğal sonucudur. Tabiatıyla dış kaynaklı bazı değişimler de yaşanmıştır. Örneğin, Fransa'da 1968 baharına doğru patlak veren öğrenci ayaklanmaları Türkiye'yi de etkilemiştir. Kısacası, burjuvazinin sömürü dozunu yavaş yavaş yükseltirken, henüz tam olarak gücü ile toplumu baskılayamadığı dönemde farklı fikirlerin çıkması doğaldır. Zaten demokrasi denen süreçte sadece seçim yoktur, seçimden de çok daha önemli olarak halkın çeşitli yollardan istek ve taleplerini yasa yapımcı organa iletmek çok önemli ve işlevseldir.
1982 ANAYASASI'NIN TEMEL ÖZELLİKLERİ NEDİR?
1982 Anayasası askeri yönetimde yapıldı ve o dönemde halkoyuna sunuldu. Halkın anayasanın kabulüne % 92 gibi yüksek bir oranda katılması biran önce askeri yönetimin çekilmesi için mi, yoksa gerçekten anayasayı olumlu bulduğundan mı, bilemeyiz. Anayasanın genel çizgisine baktığımızda topluma dar geldiği söylenebilir. O zaman şu soruyu sormalıyız. 1961 yılında oldukça demokratik bir anayasa yapabilmiş olan bir ulus nasıl olur da 21 yıl sonra, ekonomisi ve toplumsal bilinci daha ileri düzeyde iken toplumu sıkan dar bir anayasa yapabilmiştir. Bu sorunun yanıtını verebilmek için şu noktaların çok net olarak ortaya koymak gerekmektedir: (1) anayasaları askerler yapmaz; (2) anayasaları halk da yapmaz; (3) anayasalar okunduğunda herkes tarafından anlaşılmaz; (4) anayasalar yukarıda sözünü ettiğim gibi devletin gücünü sınırlayacak şekilde güçlüler tarafından yapılır; (5) anayasalar dünyanın hâkim güçlerinin etkisinde yapılır. Bu hükümleri yan yana koyunca her şey netleşiyor. Şöyle ki, 1961 yılında Türkiye korumacı ekonomik modele geçiyordu. İçteki üretim iç piyasaya yönelik yapılıyordu. O nedenle iç piyasanın genişletilmesi gerekiyordu. Sosyal demokrasi iç piyasayı genişleten bir modeldir. Oysa 1982?de Türkiye borç ödemeye yönelik olarak ihracata yönelmişti. Bunun için de iç piyasanın baskılanması, dış piyasanın iç piyasayı ikame etmesi amaçlanmıştı. Şimdilerde planlanan anayasa modelinde de emperyalizmin ayak izleri görülmektedir. Zaten, son eğitim değişikliği ile laiklik ilkesi; hükümetin emekçilere karşı tutumun ile sosyal devlet ilkesi; ve hükümetin yargıya aşırı müdahalesi ile de demokratik yönetim ilkesi zedelenmiş, hatta yeni modelin ana temelleri atılmış oldu. Geçmiş dönemde anayasadan "kamu yararı" ilkesinin çıkartılmasının anlamı şudur: Toplumun yararı karşısında ulusal ve uluslararası sermayenin çıkarı korunacaktır ve bu korumanın bekçisi de hükümet olacaktır. Böyle bir değişikliği yapan parlamentonun kimin hizmetinde olduğu düşünülmelidir.
TÜRKİYE NEDEN YENİ BİR ANAYASA YAPIYOR?
Türkiye'nin neden yeni bir anayasa yapmaya yönelmesinin birçok nedeni olabilir. Bu nedenler henüz tam olarak kavranmamış, daha doğrusu iktidar partisinin amacının ne olduğu açık olmamakla beraber şunlar ileri sürülebilir: (1) İkinci Cumhuriyetin anayasası oluşturuluyor; (2) Başkanlık sistemi getirilmek isteniyor; (3) Anayasanın laiklik, sosyal devlet ve hukuk devleti ilkeleri yeniden tanımlanmak isteniyor. Bu maddelere daha başkaları da eklenebilir, hatta yerel idarelerin güçlendirilmesi söylemi altında federatif sisteme geçmek gibi, emperyalistlerin hangi ilkeleri dayattığını henüz bilmediğimizden sürprizle de karşılaşılabilir. Şimdilik en güçlü gerekçe başkanlık sistemine geçmek gibi gözüküyor. Bu gerekçeler ortada duruyorken, siyasilerin devamlı olarak darbe anayasasından kurtulalım gibi bir ifadede bulunması hiçbir şekilde gerçekle bağdaşmamaktadır. Zira 1982 Anayasası yapıldığından beri birçok değişikliğe uğramış ve onlarca maddesi değişmiş olduğundan, bugünkü metin ile ilk metin arasında hemen hiçbir benzerlik bulunmamaktadır. Buna rağmen devamlı olarak darbe anayasasından kurtulmak gibi bir gerekçenin ileri sürülmesi, yeni anayasaya olası tepkilerin önlenmesine yöneliktir. Yeni anayasa yapım çalışmaları sürdürülürken, lütfen şu noktayı unutmayalım. Anayasalar hükümetin yetkilerini sınırlayan hükümler içerdiğine ve bu gerekçe ile anayasaların kurucu meclis tarafından yapılması gerektiği ileri sürüldüğüne göre, mevcut hükümetin yeni anayasayı kendisinin yapmasında ısrarlı olmasını ve bu süreci darbe anayasasından kurtuluyoruz gibi bir söylemle topluma anlatması yorumlanması gereken bir meseledir.
PARLAMENTER SİSTEM NE DEMEKTİR, BAŞKANLIK SİSTEMİ NE DEMEKTİR?
Parlamenter sistemde ana karar merkezi halk temsilcilerinden oluşan parlamentodur. Bu sistemde parlamentonun aldığı kararları başbakanın başkanlığındaki Bakanlar Kurulu yürütür. Diğer bir ifade ile duruma ve kararlara hâkim olan parlamentodur. Başbakan ve bakanlar kurulu ikinci derece yönetim organlarıdır. Hatta biraz zorlama da olsa, parlamento seçilmişlerden oluşurken, başbakan ve bakanlar kurulu, bu sıfatlarıyla, atanmış eleman ya da organlardır. Kuvvetler ayırımı ilkesinin geçerli olduğu bu sistemde yargı organı bağımsızdır. Böylece, yasama, yürütme ve yargı birbirinden ayrılmıştır.
Başkanlık sisteminde, birçok çeşitleri olmakla beraber, genel olarak parlamentonun yanında bazı karar yetkileriyle donatılmış olan bir de başkan bulunmaktadır. Başkan tüm kararlarında mutlak yetkili olmayıp, aldığı ya da önerdiği kararların parlamentodan geçmesi gerekiyor olmakla beraber, bugünkü cumhurbaşkanı ve başbakandan daha yetkili bir konuma sahiptir. Günümüz uygulamalarında fiili olarak başbakanlar fevkalade yetki ile donatılmış olmalarına rağmen neden başkanlık sistemini isterler diye bir soru akla gelebilir. Başkanlık sistemini içeride siyasiler isteyebileceği gibi, asıl olarak emperyalistler isterler. Şu örneği hiç unutmayalım. ABD Irak'a saldırı planını Türkiye üzerinden yaparken, öyle anlaşılıyor ki, siyasiler belki bazı vaatler karşılığında ABD yetkililerine bu konuda söz vermiş oldukları halde, son anda çok ufak oy farkı ile meclis bu oyunu bozdu. İşte risk buradadır. Meclisi ele geçirmek, başkanı ele geçirmekten her zaman daha güçtür. Günümüzde siyasiler meclisi, bakanlar kurulunu, hatta yargıyı, medyayı ve sair baskı gruplarını susturup, hepsinin üzerinde tek lider olarak emperyalistlerle müzakereye oturduğunda, kendilerini demokrasi havarisi ilan eden emperyalistler bu durumdan çok mutlu oluyorlardır. Bunun sebebi, bir meclisi ikna etmenin her zaman bir bireyi ikna etmekten çok daha zor olmasıdır. O nedenle, parlamentonun, bakanlar kurulunun, medyanın, üniversitelerin ve sair toplumsal kesimlerin tek hâkimi konumunda olmaya çalışan ve her konunun kendisine sorulmasından hoşlanan, her konuda son sözü kendisinin söylemesi gerektiğini düşünen ve muhalefeti adeta baskılayarak susturmaya çalışan kişileri lider olarak değil de, fevkalade güvensiz ve baskıcı bir birey olarak görmek gerekir. Böyle kişilerin kedilerine ve ülkeye yararlı olabileceğini düşünemiyorum. Kısacası, demokrasi geleneği henüz tam olarak yerleşmemiş, biat kültürünü üzerinden atamamış bir toplumda kararların bir merkezde toplandığı başkanlık sisteminin olumlu sonuç verebileceğini düşünemiyorum.
ANAYASANIN EMEKÇİLERİ İLGİLENDİREN YÖNLERİ NELERDİR?
Emekçiler de toplumun bireyleri olarak anayasa ile ilgilidirler ve anayasanın gerek ilkeleri, gerek bu ilkeler doğrultusundaki hükümleri doğal olarak onları da ilgilendirir. Demokratik bir anayasa, kuvvetler ayırımı, her konuda özgürlüklerin sınırları, eşit vatandaşlık ilkesinin uygulanması, eğitim ve sağlık gibi temel sosyal haklardan eşit yararlanma hakkı gibi hükümler doğal olarak ve birer vatandaş statüsü ile emekçileri ilgilendirir. Ancak, günümüzde şahlanan emperyalizmin neo-liberal politikalarının etkisi altında ezilen emekçiler açısından anayasada salt hükümetin yetki alanlarının değil, emperyalistlerin emek ve kamu bütçesine saldırı alanlarının sınırlandırılması, hatta olabildiğince ortadan kaldırılması fevkalade önemlidir. Üretimin planlanması, çalışma koşulları, esnek istihdam konuları, taşeron işçilik, ücret meseleleri, iş kazalarının önlenmesi, emekçilerin grev vb gibi direnme mekanizmaları ve benzeri hükümlerin anayasa ile nasıl belirleneceği ya da sınırlanacağı fevkalade önemlidir. Söz konusu doğrudan emekçileri ilgilendiren hükümler yanında, emekçileri dolaylım olarak ilgilendiren hükümler de söz konusudur. Örneğin, ücret ve özellikle de asgari ücret üzerindeki vergi yükü, sermayeye tanınan vergi avantajları, kamunun istihdam politikaları, kalkınma ve bölgesel kalkınma konuları mercek altına alınmalıdır.
YENİ ANAYASA ÇALIŞMALARI SÜRDÜRÜLÜRKEN EMEKÇİLER NEREDE?
Emekçilerin anayasa ile ilgisine işaret etmek üzere yukarıda belirtilen konular sadece birer örnek olarak görülmelidir. Söylenmek istenen her toplumda en temel yasa olan anayasa ile emekçilerin hakları arasında çok büyük bir ilişkinin olduğudur. Hal böyle iken, sebebini anlayamadığım şekilde emek örgütleri bu konuda gerekli tepkiyi göstermemekte, harekete geçmemekteler. Bu durum, doğal olarak, sermaye yanlı hükümetlerin, sermaye sözcülüğü yapan medya mensuplarının ve emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmektedir. 1961 Anayasası iç ekonomiyi canlandırmaya yönelik olduğundan oldukça demokratik ve emekçi haklarına sahip çıkan bir görüntüye sahipti. 1982 Anayasası ise ihracata yönelik olduğundan, emekçilerin ve iç talebin baskılanmasını hedefliyordu. İki anayasa modeli şunu gösteriyor ki, anayasalar dönemin hâkim ekonomik modelini ve bu modele hakim olan başat grupların, yani sermayenin çıkarını yansıtıyordu. Bu durumda emperyalizmin şahlandığı ve neo-liberal politikaların tüm toplumu esir aldığı bir dönemde emekçi hakları daha da ezilecek olacağından, emek grupları ve örgütleri bu dönemi çok dikkatle izlemeli ve gereği biçimde ağırlıklarını koymak zorundadır. Bu bir tarihi sorumluluktur.