Krizin tahribatı
Kriz nedir ?
Kriz üzerine çok konuşulduğu için, burada krizin genel bir tanımını yapmayacağım, sadece kriz konusundaki bazı yanlış anlamaları ve özellikle de sermaye çevrelerinin emekçileri kandırmak için ileri sürdükleri görüşler üzerine bazı şeyler söyleyeceğim. Bu hususta birinci nokta, krizin kapitalist sistemden, yâni sermaye hareketlerinden kaynaklandığıdır. Bunun dışında hiçbir gerekçe krizi açıklamaz. Kapitalist sistemin işleyişi krizleri tetiklemektedir ve bu süreç, sistem devam ettiği sürece, devam edecektir. Bu görüşü tamamlayan ikinci nokta ise, kriz nedeninin emek cephesi olmadığıdır; yâni emekçilerin kriz oluşumunda hiçbir etkisi yoktur. Çünkü ekonomi ile ilgili tüm hayati kararları sermaye cephesi almaktadır. Emek cephesi ise, ancak alınan bu kararlara uymak durumundadır. Aşırı üretim sermaye cephesinin aşırı kâr hırsının bir sonucu olduğu gibi, piyasaların daralması da, yine aynı hırs sahibi sermayenin ücretleri baskılaması ve emeği işten atmasının bir sonucudur. Diğer bir deyişle, teknolojik gelişme üretimi yükseltirken, emeği işsiz bırakması, aynı zamanda krizin temel nedenini oluşturmaktadır. Şöyle ki, işsiz kalan veya ücreti gereği kadar yükselmeyen emek cephesi, üretilen ürünleri alamamakta, böylece yeteri kadar genişleyemeyen piyasalarda ürün fazlası oluşunca kriz patlak vermektedir. Üçüncü mesele ise, emeğin işten atılmasının gerekçesi olarak krizin gösterilmesidir. Kriz esnasında maliyet tasarrufu yapabilmek için emekçiler işten çıkartılırken, ne kâr azalmaktadır, ne de üst düzey yöneticilerin milyonluk maaşlarında bir kesinti yapılmaktadır. Kriz esnasındai, patron kârından, üst düzey yöneticiler de milyonluk maaşlarında bir miktar fedakarlığı göze almış olsalar, emeğin üretim dışında kalması söz konusu olmayabilir.
O halde kriz, kapitalist sistemde karar sahibi olan sermayenin yarattığı, yarattığı eserden faydalanarak binlerce emeği kapı dışına koyduğu bir durumdur. Oysa, daha akılcı ve insancıl bir sistem olsa idi, böylesi bir felaket kesinlikle ortaya çıkmazdı. Kriz zayıf sermaye ve emekçiler için bir felakettir; ama, güçlü sermaye ve üst düzey yöneticilerin bir bölümü için bir fırsattır! Bu nedenle, kapitalist sistem insanlıkla ve demokrasi ile bağdaşır bir sistem değildir!
Kriz Kime, Nasıl Tahribat Yapar?
Yukarıda son paragrafta belirtildiği üzere, kriz güçlü sermaye ve bir kısım üst düzey yönetici için bir avantajdır. Ama kriz, verimsiz sermaye ve emekçiler için bir felakettir; bu kesim üzerinde ciddî tahribat oluşturur. Sistemin devamı açısından kapitalist krizlerin hedef aldığı iki grup vardır. Bunlardan birincisi görece güçsüz ve verimsiz sermaye yapıları; ikincisi ise, emek kesimidir. Kriz esnasında sermayenin dayandığı iki kesim ise hükümetler ve genelde halktır. Önce hükümetler ve halk kesimini ele alırsak, bu dayanışmanın ana nedenini, güçlü sermaye kesiminin ayakta kalabilmesi için halkın satınalma faaliyetini sürdürmesi, hükümetin ise sermayeye kredi, vergi indirimleri sağlayarak ya da emeği baskılayarak çeşitli şekillerde maliyet azaltıcı karar alması oluşturur. Zira, bu önlemlerin devreye sokulmadığı durumlarda sermaye ürettiği ürünleri satamaz ve maliyetlerini kısamaz.
Asıl konumuz olan tahribat meselesine gelince; güçsüz ve verimsiz sermaye krizde batar. Çünkü, krizde satışlar gerilemiştir, kredi olanakları daralmıştır, dolayısıyla üretim faaliyetlerini sürdürmek bu tür sermaye kesimi için olanaksızlaşmıştır. Bunun da ötesinde, krizden çıkabilmek için yeni teknoloji alanlarına yatırım yapmak kaçınılmazdır. Çünkü, krizlerde eski teknoloji alanları piyasada tutunamaz ve ortadan kalkar. Kriz sonrasında piyasada kalabilmek için yeni alanlara yatırım gerekmektedir. Fakat, yeni alanlara yatırım kredi olanaklarından faydalanmayı gerektirdiği için, ufak ve verimsiz sermaye unsurları kredi maliyetini karşılamada güçlük çekeceklerinden, kredi imkanlarına ulaşamazlar. Zaten, kapitalist krizlerin bir amacı da, bir kısım sermayeyi piyasadan silerek, güçlü ve verimli sermayenin monopol halinde ortaya çıkmasına yol açmaktır.
Kriz esanasında piyasadan silinen sermayenin ortaya koyduğu işsizlik yanında, piyasada kaldığı, hatta devletin sağladığı olanaklarla daha da gelişip, piyasaya hakim konuma gelen büyük firmalar da, bu fırsattan yararlanarak, istihdam daraltma yoluna giderler. Kriz bahanesi ile büyük firmalar da eleman çıkartarak ve yine kriz bahanesiyle ücretlere zam yapmayarak ya da çok az zam yaparak, kârlarını yükseltmeye çalışırlar. Özel sektörde üç kişinin yerine iki kişi çalıştırarak, bu durumu verimlilik artışı şeklinde topluma yansıtarak halkları kandırmak kapitalizmin yaygın uygulamasıdır. Örneğin, bir imalathanede üç emekçi günde otuz çift çorap üreti ve çorapların çifti 10 liradan satılırsa, her bir emekçinin verimliliği 100 lira olur. Oysa, bir emekçi işten çıkartılıp, zorlama sonucunda otuz çift çorabı iki emekçi üretirse, emek verimliliği 150 liraya yükselir. Kamu kesiminin verimsiz, özel kesimin verimli gösterilmesi böyle bir yutturmacaya dayandırılmaktadır. Ama, özel sektörde çalışan emekçiler aşırı yorgunluk ve stres altında sağlıklarından kaybetmektedir. Buna rağmen, emekçilerin sesinin fazla yükselmemesi, işsizliğin yüksek olması nedenine bağlıdır.
Krizin Tahribatı Önlenebilir mi?
Bu sorunun yanıtı kocaman bir "hayır"dır! Kapitalist krizlerin, yukarıda kısaca anlatılmış olan, küçük ve verimsiz sermaye ve emek üzerindeki tahribatı önlenemez, çünkü, sermaye buna izin vermez. Zira, güçlü ve verimli sermayenin kriz sonrasında güçlü olarak ayağa kalkabilmesi için, bu maliyetlerin birilerine yıkılması gerekmektedir. Kriz sonrasında güçlü sermayenin ayağa kalkması demek, rakiplerini piyasadan silerek, piyasaya hakim olarak güçlü bir şekilde faaliyetine devam etmesi demektir. O nedenle, karşıt durumdaki güçsüz ve verimsiz sermayenin ortadan kalkması gerekmektedir.
Krizin emek üzerindeki tahribatı da önlenemez. Çünkü, krizde batan sermayeden bir kısım emek işsiz kalmıştır. Bu konuda srmaye kesiminin yapacağı fazla bir şey olmadığı gibi, tam tersine, bu durum ayakta kalan sermayenin işine yarar. Ayakta kalan sermaye unsuru da krizden ve krizin oluşturduğu yaygın işsizlikten yararlanarak, istihdam politikasını değiştirmiş ve daha az sayıda emeği, daha düşük ücretle istihdam etmeye yönelmiştir. Böylece, krizde ayakta kalmış olan sermaye kriz esnasında zarar etmediği gibi, kriz sonrasında da kârını artırma şansını ele geçirmiş olmaktadır.
İstihdam konusunda yeni ve ileri teknolojinin üretimde uygulanması da istihdam düzeyini geriletmektedir. Krizden çıkışta piyasaya hakim olan sermaye, bu gücünü kaybetmemek için yeni teknolojik atılım yapmakta, böylece rakip firmaları piyasadan çekilmeye zorlamaktadır. İşte, bu yolla teknolojik atılım yapan sermaye daha az emek istihdam eder.
Kriz Türkiye'yi Nasıl Etkiledi?
Son krizin, dünya çapında olması nedeniyle, doğal olarak, Türkiye'yi de etki altına alması kaçınılmazdı. Nitekim, son krizde Türkiye de ciddi olarak etkilenerek, ulusal gelir düzeyinde gerileme ortaya çıktı. Her 100 liralık gelir 90 liraya kadar geriledi. Bunun nedeni şunlardır: Bir defa, dünya krizi nedeniyle, ihraç mallarımıza olan talep azaldı ve ihracat yapan firmalarda üretim düştü, hatta bunların bir bölümü üretime ara verdi. İkinci olarak da, ülkeye giren döviz azalınca döviz yükseldi ve ithalat geriledi. Dünya krizinin etkileri ve bu etki nedeniyle oluşan panik sonucunda ülkede yatırımlar da geriletildi. Devlet bütçesinde açığın önüne geçmek için kamu hizmetleri daraltıldı ve memur maaşlarına anlamlı zam yapılmadı. Kısacası, tüm bu etkilerle toplumun önemli kesiminin gelir düzeyi geriledi, işsiz kalanlar yoksullaştı, tabiatiyle bunun sonucunda da talep azaldığı için, iç talebe de bağlı olarak üretim düzeyi geriledi.
Siyasilerin, Türkiye'de bankaların krizden etkilenmediği söylemi doğrudur, ancak olumlu gibi topluma yansıtılan bu durum, bankaların güçlü olmasından değil, bizim bankaların ABD ve sair ileri ülke bankaları gibi ipotek ve sair karmaşık banka işlemlerine henüz girebilecek kadar gelişmemiş olmalarının bir sonucudur. ABD ve Avrupa ülkelerinin ileri düzeyde ve sermaye yapıları oldukça güçlü olan bankalar sarsıntı geçirirken veya bir kısmı batarken, ölçek itibariyle onlardan çok daha cılız olan bankalarımızın aynı işlemlere girmiş olsaydı, ayakta kalmaları mümkün olamazdı.
Krizde Bazı Firmaların Kârları Nasıl ve Ne Yönde Etkilendi?
Geçen haftalarda İstanbul Sanayi Odası, her yıl yayınladığı 500 Büyük Firma Analizini yayınladı. Bu raporda, çok çarpıcı bir rastlantı olarak, 2001 krizinden sonra da, son küresel kriz arkasından da büyük firmaların kârlarında önemli bir düşüş olmamış, hatta bazı iyileşmeler dahî görülmüş olduğu ifade edilmiş. Nasıl oluyor da, krizde yaşanan derin çöküşlere rağmen, firmaların önemli bölümlerinin kârlarında artış görülebiliyor! Tüm anlatmaya çalıştıklarım dikkate alındığında, bu çarpıcı durumun aslında hiç de çarpıcı olmadığı, tam tersine, krizin işleyiş ve mantığına uygun olduğu görülür. Bir defa, krizle ortadan silinmiş olan firmaların durumu bu tür anketlere yansımaz, zira bü tür anketlere yaşamda olan firmaların durumu yansır. Krizde ayakta kalan firmalar ise, krizi bahane ederek, istihdam alanında olduğu kadar, vergi vb alanlarda da devletten yardım aldıkları için kârlı gözükürler. Zaten, kapitalist krizlerin çok önemli bir mantığı da, verimsiz sermayenin çökertilmesi ve güçlü sermayenin daha da güçlü olarak ayağa kaldırılmasıdır. İkincisi, kriz esnasında büyük firmalar istihdam ve ücret politikalarını emekçiler aleyhine değiştirirler. Yaygın işsizlik nedeniyle emekçilerin karşı çıkamadığı bu durum firma kârlarının artmasına neden olur. Nitekim, yukarıda sözünü ettiğim 500 Büyük Firma anketinde de, firma kârlarının en önemli artma nedeni olarak, girdi maliyetlerinde yapılan tasarruftan söz edilmektedir. Bununla, ücret ve istihdam politikalarında emek aleyhine yapılmış değişiklikler kastedilmektedir.
Krizde Sermaye-Siyaset İşbirliği Nasıl Kurulur?
Kapitalist krizler, sermayeler arasında olduğu kadar, sermaye ile emek arasında ve sermaye ile devlet arasındaki ilişkilerde değişikliklere ve yeni düzenlemelere yol açar. Kapitalist krizler güçlü sermayeye fırsat oluşturur, ancak hükümetler için zor dönemlerdir. Zira, kriz esnasında bazı işyerlerinin kapanması, insanların işsiz kalması ve genel güvensizlik havası iktidarlar için istyenmeyen durumlardır. Krizlerin asıl sebebi güçlü sermaye olduğu halde, halklar genellikle hükümetleri krizlerden sorumlu tutar. Bu nedenle, hükümetler bir an evvel krizden çıkmak ister ve bu yönde her tedbiri almaya da can atar. Nitekim, kriz esnasında bütçe açığı endişesi dahî bir süre için geri plana atılır ve hükümetler harcama musluğunu açmada oldukça cesur davranır.
Krizden hükümetlerin rahatsız olması, güçlü sermaye için olağanüstü bir fırsattır. Kriz esnasında, büyük ve güçlü sermaye kesiminin vergiler ve harcamalar konusundaki hemen her isteğine hükümetler sıcak baktıkları gibi, emek ile ilgili sermayeyi rahatlatacak her önlemi almaya da razı olurlar. Örneğin, kriz esnasında sermaye üzerindeki vergi yükünün hafifletilmesi yanında, sermaye gruplarını kurtarmak için sermayeye destek operasyonları yapılır. Emek açısından baktığımızda da, sermaye kesiminin, ?iş güvencesi? ve ?işsizlik sigortası? gibi, aslında özel koşullarla neredeyse uygulanması olanaksız hükümleri gerekçe göstererek, kıdem tazminatı yükünden kurtulma yollarına saptığı ve hükümetleri bu amaçla baskı altına almaya çalıştığı görülmektedir. Oysa, uygulamaya bakıldığında, işsizlik sigortasında birikmiş olan fonun çok küçük bir miktarı asıl amacı doğrultusunda kullanılmış olup, arta kalan fonlara sermaye sahip çıkmaya çalışmaktadır. İş güvencesi konusunda ise, işyerlerinin yaklaşık % 90'ı yasanın istediği, 30 kişi sınırının dışında kalmaktadır. Görülüyor ki, emekçi lehine tanzim edildiği zannedilen hükümler de öylesi koşullarla sınırlandırılmış ki, bu hükümlerden yararlanmak neredeyse imkansız haldedir. Görünürde emekçiler için oluşturulmuş, ancak böylesi koşullarla emekçilerin kullanımından kasıtlı olarak uzak tutulmuş olan fonlara sermaye göz dikmekte, bu duruma da hükümet olumlu bakmaktadır. Kapitalizmin mantığı doğrultusunda, zaten başlangıçta da amaç bu doğrultuda idi!
Krizlere Karşı Nasıl Önlem Alınabilir?
Krizler kapitalist sistemin işleyişinden kaynaklandığı için, hiçbir önleyici hüküm kesin sonuç vermez. Çünkü, devletler sermaye hareketlerini kontrol edemedikleri gibi, güç ilişkisi nedeniyle, kontrol etmek istemezler de. Günümüzün küreselleşme koşullarında ülke ekonomileri birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu için, çoğu zaman bir ülke hükümetinin kriz önleme gücü olmadığı gibi, yetkisi de yok gibidir.
Bizler hükümetleri, toplumun her kesimine hizmet sunan yansız bir organ gibi düşünüyoruz. İki açıdan bu görüş saflıktır ve yanlıştır. Bir defa, hükümetler, sınıfsal tabanı ve sistemin devamının sağlanması açılarından sermaye kesimine yakındır, onun yanındadır, buna karşı halka ve emekçilere uzaktır. Çünkü, sistemin devam dizginleri, üretimi gerçekleştiren sermayenin elindedir. Bu nedenle, kapitalist hükümetler sermayeye karşı nazik ve hassas davranmak zorundadır. İkinci olarak da, hükümet gücünü ve imkanlarını eline geçiren siyasiler, bu dönem ve imkanlardan kendileri ve çevreleri için azami yarar sağlama çabalarında hiçbir ahlaki sorun görmezler. Kendileri ve çevreleri için iş olanakları, kredi imkanları vb gibi hükümet gücünün etkili olduğu her imkandan siyasiler sonuna kadar yararlanırlar. Bu konuda bazıları daha nazik, bazıları ise daha aç-gözlü davranabilir. Ne hazindir ki, halk da bu durumu fazla algılyamadığı gibi, algılasa da, bu meseleyi "küp doldurma" işlemi olarak niteleyip, olağan karşılamaktadır!
Ancak; kapitalist sistemde krizlerin kesin olarak önlenememesi olanaksız olmakla beraber, kriz oluşturma koşullarının azaltılmasına ve olan bir krizden en az zararla çıkılmasına yönelik alınabilecek önlemler vardır ve bu konuda tek sorumlu örgüt de, açıktır ki, devlettir. Devletlerin bu yönde önlem alabilmeleri ve alınan önlemleri etkili bir biçimde denetleyebilmeleri için de ekonomik anlamda güçlü olmaları şarttır. Devletlerin güçlü olmaları ne parlamentoların temsil gücünden ne de yürütme gücünden kaynaklanır. Devletlerin ekonomi üzerinde güçlü olmalarının tek yolu bizzat üretimde yer almaktan geçer. Banka ve finans sistemi, dış ticaret, enerji ve sair stratejik sektörlerde mutlaka özel sektörü caydırıcı düzeyde yüksek oranda devlet bulunmalıdır. Son krizin bu denli şiddetli patlamasının çok önemli bir nedeni de, özelleştirmelerle hemen tüm ekonomilerde devletin ekonomi alanından uzaklaştırılması ve başta finans kesimi olmak üzere, sermaye sınıfı üzerinde hemen hiçbir denetimin bulunmamasıdır. Hatırlanacağı üzere, küreselleşme politikaları uygulanırken çoğu akademik ve sermaye çevreleri devletin ekonomiden çekilmesini, ancak kural koyarak denetim işlevi yapmasını savunuyorlardı. Kriz gösterdi ki, devletler ne kural koyabilmişler, ne de denetim yapabilmişlerdir. Yapamazlardı da, çünkü devletler ekonomide bulunmadığından ve bu sahaya hakim olamadığından dolayı sermayeye karşı güçlü değillerdi! Bizler kapitalizmin işleyişini istediğimiz şekilde tasarlayabiliriz, ama sistem kendi yönünde çalışır. O zaman, biz nasıl böyle bir hata yapıyoruz? Aslında biz bir hata yapmıyoruz; biz kasıtlı olarak sermaye tarafından yönlendiriliyoruz ve yanıltılıyoruz. Şöyle ki, sistem kendi yönünde ve sermaye çıkarı doğrultusunda ilerlerken ortaya çıkan sorunları halklara "yanlış yönetim" ya da sair şekilde basiretsizlikmiş gibi yansıtıp, iyi yönetim altında aslında bunların düzeleceği düşüncesi halklara aşılanmaktadır. Bu yalanlara halklar ve emekçiler inandığı sürece, sermaye niçin kendi gemisini yürütmesin ki!