Kriz sonrası yaşam var mı?
Krizden Çıkışta Canlandırma Paketlerinin Önemi
Krizden çıkış takvimi üzerine çelişkili tahminler uluslararası ekonomi gündeminin ayrılmaz parçası haline dönüştü. IMF 2009'da tüm küresel ekonomi için eksi büyüme öngörmüş iken, 2010 yılı tahminini artı yüzde üçe yükseltti. Ancak bu öngörünün hemen ardından, söz konusu artı büyümenin ancak tüm 'büyük ekonomilerin' koordineli bir şekilde destekleme paketlerini sürdürmeleri halinde gerçekleşebileceği uyarısında bulundu. IMF'ye göre, 'eğer krizden çıkışı destekleyen destekleme paketleri zamanından önce geri çekilirse toparlanma daha da gecikebilecekti'...
IMF'nin kaygıları ABD Columbia Üniversitesi'nin Nobel ödüllü iktisat hocası Joseph Stiglitz'in 'durgunluğun aşılmasının daha uzun zaman alacağı' öngörüleriyle daha karamsar bir havaya büründü. Bu karamsarlık ve belirsizlik ortamına Amerika'da Ağustos ayında 216 bin yeni istihdam kaybının yaşandığı ve işsizlik oranının yüzde 9.7'ye yükseldiği haberleri eklendi. ABD'de erkek nüfus arasında gözlenen yüzde 10.1 düzeyindeki işsizlik oranının İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki en yüksek işsizlik rakamı olduğu belirtilmekteydi. Nitekim, biraz da bu gözlemlere dayanarak IMF/Dünya Bankası ikizlerinin kurul üyeleri bir çağrıyı ısrarla yinelemekten geri durmuyorlar: 'hükümetler canlılık paketlerini vaktinden önce geri çekmemelidir; sonradan gelecek maliyet ne olursa olsun, şu anda güncel sorun küresel talep eksikliğine karşı devlet harcamaları aracılığıyla çözüm bulmak (bu olgu ülkemizde sakız ve oyuncak satın almaya davet şeklinde ifade edilmekte) olmalıdır'. IMF, üye ülke hükümetlerine esnek kredi hattı ve benzeri yöntemlerle destek olmaya devam edecektir.
Canlandırma Paketlerinin Maliyetleri
Tabi ne yazık ki ekonomide hiç bir tedbir masrafsız değil. 2009 ve 2010 boyunca sürüdürlmesi planlanan canlnadırma paketlerinin milli gelire oran olarak giderek hatırı sayılır bir boyuta ulaştığı gözleniyor. Aşağıda IMF verilerinden derlediğimiz tabloda bu konuda ilginç gözlemler sergileniyor.
IMF verilerine göre 2009 yılında tüm G20 ilkelerinde ortalama olarak milli gelirin yüzde 2'sine yakın bir mali destek verilmiş. Diğer unsurları da hesaba katarsak, G20 ülkelerinde bütçe açıkları ortalama yüzde 5.5'e çıkıyor. Bunlar arasında İngiltere yüzde 8.5'lik bütçe açığı ile mali disiplinden ne kadar uzaklaşmış bir ülke olduğunu belgeliyor. Mali disiplin peşinde koşan bir başka ülke, Türkiye'mizde ise 2009'un bütçe açığı tahmni yüzde 3.7. Bunun sadece binde 8'inin krize ilişkin tedbirlere dayalı olduğu anlaşılıyor. Yükselen piyasa ekonomilerinin küresel krize karşı ortalama yüzde 2.2'lik bir paket uygulamaya koyduklarını görünce, Türkiye'nin uygulamış olduğu kriz paketinin son derece cılız sayılması gerektiği ortaya çıkıyor.
IMF uzmanlarının ortalama harcama kalemleri üzerinden yaptıkları analizler, uygulanmakta olan mali tedbirlerin olası büyüme kazançlarına ilişkin tahminlerini de içeriyor. Aşağıdaki tablo bu tahminleri sergilemekte. IMF tahminlerine göre, G20-yükselen piyasa ekonomileri bloğunda canlandırma paketlerinin büyümeye katkısı yüzde 1.1 ile yüzde 5 arasında değişmektedir. İki yıl boyunca ortalama yüzde 0.6 ile yüde 2.9'luk bir büyüme kazanımı elde edilecektir.
Canlandırma Paketleri Nereye Kadar?
Kısaca özetlemeye çalıştığımız söz konusu veriler gerçekten küresel çapta tarihi bir dönüşümün başlangıcı olarak adlandırmaya yeter mi, bunu tarih kısa zamanda ortaya çıkartacaktır. Ancak, küresel ekonominin geleceğini ilgilendiren son derece önemli bir soru güncelliğini korumaktadır: küresel krizin derinleşmesi karşısında uygulamaya konulmuş olan mali genişleme ve canlandırma paketleri sürdürülecek midir?
Sorunu tekrar özetleyelim:
Küresel krizin geçtiğimiz yılın Ekim ayında şiddetlenmesi üzerine başta ABD ve İngiltere olmak üzere gelişmiş kapitalist ülkeler, son yirmi yıldır tekrarlanan 'devletin ekonomiye müdahalesi israf kaybından başka bir yarar sağlamaz' yönündeki muhafazakar söylemleri bir kenara bırakarak, devasa bir mali genişleme politikası izlemeye başlamışlardı. Kamu harcamalarının arttırılması, vergi indirimleri ve zor durumda olan şirketlerin kamulaştırılmasını amaçlayan genişleyici mali politikalara merkez bankaları da destek olmuş ve dünya finans piyasaları muazzam bir likidite bolluğuna kavuşmuş durumdaydı. Dahası IMF de bu tür genişleyici politikalara kuramsal düzeyde destek vermiş idi. Örneğin Aralık 2008'de IMF'nin yayın organı Finance and Development dergisinde, kuruluşun baş ekonomisti Stanley Fischer bizzat şu satırları yazmaktaydı: 'Mali genişleme (krizden çıkmak için) baş rolü oynamak zorundadır. Çalışmalarımız göstermektedir ki, söz konusu mali genişleme dünya milli gelirleri toplamının asgari yüzde 2'sini hedeflemelidir. Burada şu uyarıyı yapmak istiyorum: eğer üretimdeki gerilemeler tahminleri aşarsa mali genişlemenin boyutu daha da yüksek turulmalıdır. Şu dönemde en önemli husus dünya ekonomisinde tam boy buhrana sürüklenme riskinin ortadan kaldırılmasıdır'. (sf.10).
Bu yazının yazıldığı tarihi takip eden günler, ne yazık ki Stanley Fischer'in kaygılarını haklı çıkarttı ve dünya ekonomisinin tam boy bir buhrana sürüklenmesi tehdidi karşısında uygulanması gereken mali genişlemenin boyutları 10 trilyon doları (dünya milli gelirler toplamının yaklaşık yüzde 5'ini) aştı. ABD, İngiltere ve bir çok Avrupa ülkesinde bütçe açıkları milli gelirlerin yüzde 10'na yaklaştı, kamu borçları hızla yüzde 100'ün üzerine tırmandı. Şimdi ise sorun daha karmaşık bir hal almaktadır. Zira küresel piyasalarda bu denli mali genişlemenin faturasının ileriki aylarda bir dünya enflasyonu olarak ödenmesi riski önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Ayrıca artan kamu borçlarının mali piyasalarda yaratacağı baskılar, varlık fiyatlarında hızlı bir gerilemeye ve faiz oranlarının tekrardan yükselişe geçmesine neden olacak; bu da zaten zayıf konumda olan yatırım talebini olumsuz etkileyecektir. Nitekim IMF'nin yakın döneme ilişkin öngörüleri mevcut mali genişleme paketlerinin bu şekilde sürdürülmesi durumunda kontrolden çıkan kamu borçlarının yeni bir istikrarsızlık ve daralmanın ana nedenini oluşturacağını savunmaktadır.
Bu gerçeklerden hareketle, küresel krizin sonunu getirecek olan dönüşüm ancak ve ancak ileriye doğru bir yeni teknoloji atılımı ile gerçekleştirilebilecektir. ABD'nin tüketim ve borç çılgınlığına dayalı bir finansal genişlemenin tekrarlanması, yani eski dengeye dönüş olasılıklar kümesi içinde değildir. Bu teknolojik atılımın gerçekleştirileceği sektörler ise yeni yeni şekillenirken, küresel coğrafyada uluslararası yeni işbölümünün nasıl gerçekleştirileceği henüz somutlaşmaktan uzaktadır. 'Toparlanma' olgusunun bunca belirsizlik ve inişli çıkışlı seyir izlemesinin nedeni de burada yatmaktadır.