Türk-İş'te Ergün Atalay Yeniden Genel Başkan Seçildi
HABER / DUYURU

Türk-İş'te Ergün Atalay Yeniden Genel Başkan Seçildi

Türkiye Maden İş Sendikası -
Türk-İş'in Ankara Büyük Anadolu Hotel'de gerçekleşen 22. Olağan Genel Kurulu tamamlandı.


 Ergün Atalay, bir kez daha genel başkanlığa seçildi. Genel Sekreterliğe Pevrul Kavlak, Genel Mali Sekreterliğe Ramazan Ağar, Genel Eğitim Sekreterliğine Nazmi Irgat, Genel Teşkilatlandırma Sekreterliğine ise Eyüp Alemdar seçildi.


Olağan Genel Kurul açılışına, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan,  Başbakan Ahmet Davutoğulu,Başbakan Yardımcıları Mehmet Simsek, Lütfi Elvan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu,CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, sendikamız Genel Başkanı Nurettin Akçul ve Yönetim Kurulu üyeleri,sendikamıza bağlı şube yöneticileri, Türk-İş’e bağlı sendikaların genel başkanları ve yöneticileri, siyasetçiler, sivil toplum örgütlerinin liderleri ve medya mensupları katıldı.

Genel Kurul, Türk-İş Başkanı Ergün Atalay’ın konuşmasıyla başladı.

Ergün Atalay konuşmasında özetle şöyle konuştu:

Sayın Cumhurbaşkanım,

“Ülke nüfusunun 40 milyon olduğu 1980 yılında, 2,5 milyon sendikalı işçi varken, nüfusun 78 milyon olduğu günümüzde 1,4 milyon sendikalı işçi vardır. Bunun yaklaşık 900 bin’i Konfederasyonumuza üye sendikaların işçisidir.

Sendikal örgütlenmenin düşük olması çalışma hayatının en önemli sorunlarının başında gelmektedir. Sendikalı işçi sayısının düşmesinde, ülkeyi yönetenler kadar sendikalarında sorumlulukları bulunmaktadır. Biz bunun farkındayız ve sendikacılar olarak özeleştiri yapıyoruz.
2014 yılında ülkemizde çok acı sonuçları olan iş kazaları meydana geldi. 13 Mayıs’ta Soma’da 301 işçi, 6 Eylül’de İstanbul’da 10 işçi, 28 Ekimde Ermenek’te 18 işçi hayatını kaybetti.

En çok ölümlü iş kazalarının olduğu maden sektörü incelendiğinde, kazalar devletin işlettiği madenlerde değil yoğun olarak özel sektörün işlettiği madenlerde gerçekleşmiştir.
İş sağlığı ve güvenliği mevzuatında son yıllarda yaşanan gelişmelerle, iş kazalarının yakın zamanda azalma göstereceği kanaatindeyiz. Bu konuda önümüzdeki dönemde Bakanlığımız ile daha kapsamlı çalışmalar yapacağımızı buradan belirtmek istiyorum.
Sayın Cumhurbaşkanım;
Asgari ücret, son kırk yıldır sadece üç kez oy birliği ile kabul edildi. Diğer asgari ücret kararlarının tamamına TÜRK-İŞ olarak muhalefet ettik.
Bu yıl asgari ücretin 1300 TL olacağı konusunda büyük ölçüde mutabakat sağlandı. İşçi kesimi olarak bu rakama olumlu bakıyoruz. Ancak asgari ücretin işçinin geçinme ücreti değil, işçiye ödenecek en düşük ücret olduğunu unutmamak gerektiğini bir kez daha belirtiyoruz.
Asgari ücret artırılırken dikkat edilmesi gereken konuların başında işin niteliği gelmektedir. Hepimizin bildiği gibi çalışma hayatında tehlikeli ve çok tehlikeli işler bulunmaktadır. Çok tehlikeli işlerde çalışan işçiler ile az tehlikeli işlerde çalışanların aynı ücreti alması adaletli olmayacaktır.
Asgari ücret artışı önlem alınmazsa kıdemli işçileri de bir adaletsizlik ile karşı karşıya getirecektir. Tekstil sektöründe 10 yıldır çalışan bir işçi kızımız bu gün ortalama 1300 TL ücret almaktadır. Asgari ücretin yükselmesi ile birlikte 10 yıldır çalışan bu kızımız ile yeni giren bir işçi aynı ücreti alabilecektir. Bu adaletsiz bir dağılım olacaktır. Bu konunun üzerinde önemle durulması gerekmektedir.
Bir diğer önemli konu vergilendirmede yaşanan adaletsizliktir. Yılın başında 2 bin lira ücret alan işçi yılsonu geldiğinde 1700 TL ücret almaktadır. Bir diğer ifade ile işçinin aldığı zam yılsonuna kadar eriyip gitmektedir. Bu sorunun bir an önce çözüme kavuşması gerekmektedir.
Bu yıl iyi bir kamu toplu sözleşmesi imzaladık. 2015 yılı için yüzde 6+5, 2016 yılı için 3+3, enflasyon farkı ve 500 lira bir defalık ödeme işçilerin kazanımları oldu.

TÜRK-İŞ olarak üzerinde önemle durduğumuz bir diğer konu işçi emeklilerinin maaşıdır. Memur emeklileri, memurlara yapılan zamlardan aynen faydalanmaktadır. Bu uygulamanın işçi emeklileri içinde aynen geçerli olması gerekiyor. Kamu toplu iş sözleşmesinde alınan zamlar işçi emeklileri için de uygulanmalıdır.
Çalışma hayatının bir diğer önemli sorunu taşeron işçiliktir. Taşeron işçilik meselesine mutlaka çözüm getirilmeli ve bu işçiler mutlaka kadroya alınmalıdır.
Taşeron işçisinin bugün işverene maliyeti 1900 liradır. Çünkü aracılar işçinin maliyetini artırmaktadır. Aracıları ortadan kaldırıp bu paranın işçiye verilmesi gerekmektedir. İşçinin sırtından para kazanılmasına izin verilmemesi gerekmektedir. Bunun için sendikalar olarak yapılacak her düzenlemenin altına tereddüt etmeden imzamızı atacağımızın bilinmesini isteriz.

Atalay’ın konuşmasının ardından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Genel Kurula hitaben bir konuşma yaptı.

Öğleden sonraki oturum, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşması ile başladı. Konuşmaların ardından delegeler komisyon çalışmalarına katıldı.

İkinci gün oturum sendikamız genel Başkanı Nurettin Akçul’un konuşmasıyla açıldı. Akçul konuşmasında şunları söyledi:
Sayın Başkan

Türk-İş Genel Kurulu’nun değerli delegeleri,
Değerli konuklar,
Basınımızın değerli emekçileri,

Çatısı altında olmaktan her zaman gurur duyduğum Türk-İş konfederasyonumuzun 22. Olağan Genel Kurulunda sizlerle yeniden buluşmanın mutluluğu içindeyim.

Bir önceki Olağan Genel Kuruldan bu yana geçen süre içinde başta Türk-İş Genel Başkanımız Ergün Atalay ve yönetimine, maden işçileri adına; en zor günlerimizde bize verdikleri samimi destekten dolayı teşekkür etmeyi görev kabul ediyorum.
Sözlerimin başında vatanı uğruna canlarını seve seve feda eden asker, polis, tüm şehitlerimize yüce Mevla’dan sonsuz rahmet diliyor, hain terörü ve odaklarını lanetle kınıyorum.
Yerin altında aşları, ekmekleri uğrunda iş cinayetlerine kurban giden maden şehitlerine, tüm iş kollarında iş cinayetlerine feda edilen canlara, yüce Mevla’dan sonsuz rahmet diliyorum.
Yüce milletimizin başı sağ olsun.
Yakınlarının tekrar başı sağ olsun sabırları bol olsun.

Değerli dostlar

30 yılı aşkın zamandır Türkiye’nin başına musallat olan, 40 bin’e yakın insanın hayatını alan, milletimize ve ailelerine şehit ve evlat acısı yaşatan, bir o kadar da büyük maddi kayıplara yol açan terör belası, ne yazık ki, gündemdeki yerini korumaktadır.
Asker-sivil, kadın çocuk demeden masum insanları katleden terör belası yıllardır topraklarımızda kan akıtırken, terörü besleyen büyüten odaklar şimdi bu belayla karşı karşıya.

Hep diyoruz ki terörün dini dili devleti ve ideolojisi olmaz. Terörü yaratanlar, besleyenler, büyütenler Frankenstein misali kontrol edilemez hale gelip de kendi yaratıcısını vurduğunda vay bunların haline!
Fransa’da onlarca insanın ölümüne neden olan terör saldırısı sadece Fransa değil tüm dünyanın gündemine oturdu. Hatta G20 zirvesinin ana gündemini oluşturan ekonomi konularının önüne geçti. Teröre karşı kolektif duruş kararları konuşuldu. Fransa olay üzerine savaş ilan etti Rakka’ya bomba yağdırdı. Almanya’da İngiltere’de savaş tamtamları çalmaya başladı. Dünya ayağa kalktı.
Peki teröre karşı kolektif mücadele için ölen insanların etnik kimlikleri miydi mesele olan?
Masum insanların katlini önleme çabaları için ölenlerin Paris’te mi olması gerekiyordu.
Beyrut’ta, Bağdat’ta, Suruç’ta, Ankara’da teröre kurban edilenler, kendilerinden olmadığı için mi değersizdi.
Peki burada insanlık suçunu sadece İŞİD, PKK ve benzeri terör grupları mı işliyor.
Bunlara silah fabrikaları kurup silah veren eller, tank tüfek üretip kullanmayı öğretenler, ve bu alışverişten milyar dolarlar kazanıp bu cinayetlere ortak olan, kanla beslenenler daha mı az suçlu.
Yıllardır teröre binlerce kurban vermiş bir ülke olarak tabii ki Fransa’da ve diğer ülkelerde yaşanan terörü nefretle kınıyor acılarını paylaşıyoruz; fakat
bu mücadelede ortak paydanın insan olduğunu vurguluyor ve çifte standart yaklaşımlarının da son bulmasını istiyoruz.
Türkiye Maden İşçileri Sendikası adına diyorum ki;
dönemsel stratejileri geride bırakarak bugün ki anlayış, kesintiye uğratılmadan terörün kökü kazınıncaya kadar devam ettirilmelidir.
Bu uğurda canımızı kanımızı bu kutsal topraklara feda etmeye hazırız ve kararlıyız. .

Değerli arkadaşlar

Haziran başından Kasım başına kadar geçen kısa zamanda üst-üste iki kez sandık başına gittik. Türkiye’de bir ilk olan bu gelişme, tüm medyanın, kamuoyunun hatta ekonomik kaynaklarımızın sadece seçimlere ve siyasete odaklanmasına, tüm çalışanlarımızın, emeklilerin yaşadıkları ciddi sorunların ve sıkıntıların arka planlara itilmesine neden olmuştur.

Ülkenin siyasi istikrara kavuşması tabi ki önemliydi o da gerçekleştiğine göre bundan böyle emeği ile geçinen toplum kesimlerinin gündemdeki asıl yerini almasının zamanı gelmiş ve geçmektedir.
Taşeron işçilerin kadro sorunları
Kıdem tazminatları
Esnek çalışmanın bütün biçimleri
Asgari ücret
Emeklilerin intibakları
İşçi sağlığı iş güvenliği
Özelleştirme
Çift haneli rakamlara gelmiş işsizlik gibi sorunlar meclis gündeminin öncelikli konusu olarak yerini almalıdır.

OECD ülkeleri arasında gelir ve cinsiyet eşitsizliğinde listenin başında gelen Türkiye vahşi kapitalizmin pençesindedir.
Alın terine, emeğe savaş açmış küresel efendiler, kapitalizmin doğası olan sömürme refleksini hiç kaybetmemiş, bilakis bu refleksi teknolojik araçlarla geliştirmişlerdir.
Sadece ülkemizde değil tüm dünyada hüküm süren sermaye babaları, geçen her dakikada daha da zenginleşmektedir.
Dünyanın en zengin 100 milyarderi sadece 2012 yılında para sandıklarına 240 milyar dolar istiflemişlerdir.
Oxfam yardım kurumuna göre bu miktar dünyadaki tüm yoksulluğu bir anda yok etmeye yeterlidir. Ama demokrasi, eşitlik, adalet, hak, hukuk çığırtkanlığı yapan bu efendiler, ellerindeki imkanlara rağmen bu yoksulluğu bitirmek istemiyorlar.
Zenginlik suç değildir.
Suç olan, insan emeğini sömürmek, onu fakirleştirmek, kendine mahkum etmek, hatta yaşama hakkını elinden almaktır.
Birileri milyar dolarlardan bahsederken, birilerinin ekmek mücadelesi uğrunda ölmelerini görmezden gelmektir suç olan
Değerli konuklar
Gelişmekte olan, ekonomisi büyümekte olan bir ülke olduğumuz doğrudur ama, hala iş kazaları yönünden Avrupa birincisi, dünya ikincisiyiz.
Maden işkolunda ise yine dünya birincisiyiz. 2014 yılında tespit edilebilen 1886 kişi iş kazasında hayatını kaybetti.
2015 yılının ilk altı ayında tespit edilebilen sayı ise 794.
Son iki yıla iş cinayetleri, yol cinayetleri damgasını vurdu. Soma’da Ermenek’te asansör faciasında toplu ölümler yaşadık.
Önceki yıllarda yok muydu bu cinayetler? Elbette vardı ama az az ölüyorduk. O yüzden de gündem olmuyorduk.
13 Mayıs Soma faciasında 301 canımız şehit oldu.
301 ocak söndü. Yankıları dünya gündemine oturdu. Arkasından Ermenek faciası, asansör faciası, işine giderken yol kazasına uğrayan tarım işçileri.
Nereye bakarsanız kaza, ölüm haberleri.
Açıkça görülmektedir ki, sadece mevzuat değişikliği bu faciaların önlenmesi için yeterli olmamaktadır.

İş kazalarını önleme kültürünü eğitimin bir parçası haline dönüştüremezsek, her yaştan her kesimden bireyleri bu alanda duyarlı olmaya zorlayamazsak böylesi faciaları önlemekte başarılı olmak maalesef kolay olmayacaktır. Uzun ve kısa vadeli tedbirlerin hemen hayata geçirilmesine öncülük etmek sendikasıyla, işvereniyle, siyasetiyle, medyasıyla, ortak bir çaba gerektirmektedir.

Buradan özellikle yer altı maden işletmeciliği yapan ve sendikal örgütlülüğe karşı çıkan bazı işverenlere sesleniyorum.
Yeterince güvenlik önlemleri almayı maliyet unsuru olarak görmesinler. Bilsinler ki alınan her tedbir kendilerine hem bu dünyada hem öbür dünyada kazanç olarak dönecektir.
Ayrıca Türkiye Maden İşçileri Sendikası olarak talebimiz odur ki; madenlerle ilgili tüm mevzuat, 176 sayılı İLO sözleşmesini de içerecek şekilde, maden-iş kanunu olarak ayrı bir başlık altında derlenip toparlanacak hale getirilmelidir.
Değerli Dostlar
Türkiye’de 12 milyondan fazla çalışan işçinin sadece Bir buçuk milyona yakını sendikalı.
En tehlikeli iş statüsündeki madencilik kolunda ise sendikalılık oranı %20 bile değil.
Bu rakamlar her 12 işçiden 11’inin sendikasız, savunmasız, korumasız olduğunu gösteriyor.
Üstelik sendika üyesi olanların yarısı uygulanan barajlar nedeniyle toplu sözleşme yapma hakkına sahip değil. Sendikalılaşmada OECD ülkeleri arasında son sıradayız.
Sendikal örgütlülük baskı ve tehdit altında. İşçilerin örgütsüzlüğünden güç alan, kârlarını yükselten patronlar, sendikal örgütlülüğün önündeki engellerin kaldırılmasını istemiyorlar.
Ülkemizde yaşanan ölümlerin kazaların önüne geçebilmek için öncelikle örgütlenmenin önündeki yasal ve fiili engellerin ivedilikle kaldırılması gerekmektedir. Gerçek ve net sendikalaşma kapsamı olan toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi sayısının ve oranının artması için işkolu ve işyeri barajları kaldırılmalıdır.
Toplu iş sözleşmesi yetki sistemi değiştirilmelidir.
Çalışma Genel Müdürlüğü öncülüğünde işçi ve işveren sendikalarının katılımlarıyla oluşturulacak bir kurulla, e-devlet uygulamasının sağladığı erişim kolaylığından yararlanılarak buradaki bilgiler esas alınıp yetki itirazlarına karşı kurulun alacağı ortak karar, örgütlenmenin önündeki en önemli engelin kalkmasını sağlayacaktır.

Kendi işkolumuzdan örnek verecek olursak, 23.12.2014 tarihinde örgütlediğimiz bir işyerinde 411 üye sayımız bugün itibariyle 170’e düşmüştür. İşveren sadece çalışan sayısına itiraz etmiştir.
Yine ismini vermek istemediğim bir başka işyerinde 26.07.2013 tarihinde 355 üyemiz varken bu sayı 39’a düşmüştür.
İşveren noter dahil her şeye itiraz etmiştir. Buna benzer benim işkolumda 9 tane örnek var. İşveren her halükarda, zaman kazanmak için yapılan tespite itiraz etmektedir.
Bunun önüne geçmek için evrak ve uzun yargı sürecine dayalı yetki sistemi yerine işçinin iradesine dayalı referandum istemine ivedilikle geçilmelidir.
Tabi ki bunun yanı sıra, toplumdaki sendika önyargısı ve bazı patronların sendika fobisi kırılmalıdır.
Sendikalı olduğu için işten atılmaların faturası işçiye değil caydırıcı bir şekilde patrona çıkarılmalıdır.
Sendikal örgütlülük 2016 yılının en öncelikli konusu olmalıdır.

Kıymetli konuklar

Yıllardır şiddetle karşı çıktığımız özelleştirme hareketi tüm hızıyla devam etmektedir.
Biz özel sektöre asla karşı değiliz hatta; sorunlarının çözümü konusunda desteklerimiz onlarladır. Bizim kesinlikle karşı olduğumuz, mevcut kamu işletmelerinin özelleştirilmesidir.
Özelleştirme demek iş cinayetidir, taşeron uygulamalarına açık davettir, güvencesiz sağlıksız, sendikasız çalışmadır dedik. Özelleştirme karşıtı en uzun soluklu direnişi sergiledik fakat en son örneklerden Yatağan Termik Santrali’nin özelleştirilmesine engel olamadık. Ülke kaynaklarının toplum yararına değerlendirilmesi ve emekçilerimizin korunması amacıyla bu özelleştirilmenin gerçekleşmemesi için çok mücadele ettik. Her türlü yasal demokratik eylem haklarımızı kullandık. Bu uğurda coplar yedik gazlar soluduk tutuklandık. Ancak bu konuda bir sonuç alamadık. Bu özelleştirmeler sonucu 1500 civarında üyemizi kaybettik
Öyle görünüyor ki özelleştirmeler tüm hızıyla devam edecek. Daha önce de belirtmiştim belki soluduğumuz hava bile özelleşecek. Biz sonucu ne olursa olsun özelleştirmelere karşı mücadelemize devam edeceğiz ve bu ülkenin değerlerine sahip çıkma kararlılığımızdan asla taviz vermeyeceğiz.

Kıymetli dostlar

Ayrıca, şunu da belirtmek istiyorum. Emek cephesinden bakarsak işçi hakları, emeğin kutsallığı, küreselleşen dünyada eskiden de olduğu gibi yeterli önemi görmüyor ve hak ettiği saygıyı bulmuyor. İşçi haklarının en büyük savunucusu olan Türk-İş, hiçbir siyasi hareketin sözcüsü ve arka kapısı olmamıştır ve olmayacaktır. Herkes emin olmalıdır ki, bizler de bu özellikler ve ilkelerin çevresinde kenetlendik ve kenetlenmeye de devam edeceğiz. Türk-İş’te yöneticiler değişir birileri kalır birileri gider ama Türk-iş köklü bir kurumdur ve emek sınıfının son kalesidir. Türk-İş işçinin, emeğin, emeklinin, yoksulun, ezilenin, mağdurun ülkemizdeki tek sığınağıdır. Bu kurumu el birliği ile yaşatmak boynumuzun borcudur ve yaşatmaya devam edeceğiz.
Sözlerime burada son verirken, her şeye rağmen, Türkiye’mizin ve başta emeğiyle geçinenler olmak üzere tüm insanlarımızın geleceğini daha aydınlık günler beklediğine olan inancımı bir kez daha belirtmek istiyorum. Hükümetimizle, siyasal partilerimizle, işverenlerimizle, sivil toplum kuruluşlarımızla, medyamızla, sokaktaki insanımızla, hep birlikte hareket edersek, yakın gelecekte, terörden arınmış, ekonomik sorunlarını çözmüş, refaha ulaşmış, uluslararası dünyada saygınlığı artmış ve sözü dinlenen bir Türkiye’nin bizi beklediğine emin olduğumun da altını çiziyorum.
Bu dileklerle 22. Olağan Genel Kurulun ülkemize, tüm çalışanlara hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım.

Genel Başkanımızın konuşmasının ardından kürsüye diğer sendika başkanları da gelerek birer konuşma yaptı.Genel kurulun dördüncü ve son günü delegeler kurulan sandıklarda oylarını kullandılar. Oyların sayılmasıyla   Türk-İş yönetimi ve zorunlu organlar seçildi.