GENEL BAŞKAN YARDIMCIMIZ MAHİR YİĞİT SEMPOZYUMA KATILDI
Maden İşletmelerinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Sempozyumu'na Sendikamız Genel Başkan Yardımcısı Mahir Yiğit katıldı
TMMOB Maden Mühendisleri Odası ile Çukurova Üniversitesi tarafından 21-22 Kasım 2013 tarihlerinde Adana'da düzenlenen Maden İşletmelerinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Sempozyumu'na sendikamız Genel Başkan Yardımcısı Mahir Yiğit de katıldı. 485 delegenin katıldığı sempozyum süresince bilim insanları ve sektör temsilcileri bir araya gelerek son yıllardaki bilimsel araştırma ve teknolojik gelişmeleri tartıştı.
Sempozyumun açılışında Maden Mühendisleri Odası Başkanı Mehmet Torun'un yanı sıra sendikamız Genel Başkan Yardımcısı Mahir Yiğit de bir konuşma yaptı. Yiğit konuşmasında şunları söyledi:
'Değerli Katılımcılar,
Sizleri şahsım ve Türkiye Maden İşçileri Sendikası adına saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle bu panelin düzenlenmesinde başta Maden Mühendisleri Odası Adana Şubesi başkan ve yöneticileri olmak üzere, emeği geçen herkese teşekkür etmek istiyorum.
Konuşmama başlarken ülkemizde iş sağlığı ve güvenliği kültürünün oluşması gerektiğinin altını çizmek istiyorum. Ülkemizdeki iş sağlığı ve güvenliği sorunun temelinde iş güvenliği kültürünün oluşup yerleşmemesi yer almaktadır. Bu kültür tabii ki süreçteki konunun bütün taraflarını, hem işverenleri hem de çalışanları kapsamaktadır. Bu konuda siz ne kadar 'Mükemmel yasa çıkardık' deseniz de kural ve kaidelere uyulmadığı sürece, uygulamada bu yasalar sulandırılır ve dosyada evrak tamamlamaktan öteye gitmez. Niye diye soracak olursanız berbere, bakkala, apartmanlara, 1-2 kişi çalıştıran işyerlerine bile tehlike sınırına bakılmaksızın iş güvenliği uzmanı, iş yeri hekimi kuralı koyup ondan sonra da 'Bu hizmeti OSB'lerden satın alabilirsiniz' derseniz kıyasıya bir rekabet ortamı oluşturursunuz ve kalitenin düşürülmesine neden olursunuz. Yasayı da fiili olarak uygulanamaz duruma getirirsiniz.
Tam burada bir örnek vermek istiyorum: Almanya'da çalışan yurttaşlarımız Almanya'da bütün kurallara uyar trafikte ışıklara dikkat eder, yaya yola çıktığında durur, yere rastgele herhangi bir çöp atmaz. Çünkü orada kuralsızlığın ve suçun muhakkak bir karşılığı olduğunu bilir. Ama aynı yurttaşımız ülkesine geldiği zaman bir trafik canavarı kesilir, istediği gibi sağa sola çöpünü atar, çünkü ülkemizde yanlış yapanın yanına kar kalır, hesap sorulmadığını bilir. Bunun için diyorum ki önce iş sağlığı ve güvenliği kültürü muhakkak oturtulmalı ve hayata geçirilmelidir.
İş sağlığı ve güvenliği konusunun üç temel unsuru bulunmaktadır: İlki alanı düzenleyen mevzuat, yani yasa, tüzük ve yönetmelikler. Mevzuat oluşturulması ile ilgili birkaç konu dışında büyük bir sorun bulunmamaktadır. Bu soruna örnek olarak, maden ocaklarında nezaretçinin işverene bağımlılığını verebiliriz. Sorunun önemli boyutu; bu mevzuatın gereğinin uygulanması konusudur. Uygulama konusunda iki özne ön plana çıkmaktadır: İşverenler ve çalışanlar. İşverenler açısından bakarsak, işverenler güvenli, sağlıklı çalışma ortamı için ilgili mevzuatın öngördüklerini kayıtsız-şartsız uygulamalıdır. Çalışanlar açısından bakarsak, çalışanlar da belirlenen kurallara uymalıdır.
Ancak sorun burada ortaya çıkmaktadır: Ne yazık ki işverenlerimiz iş sağlığı ve güvenliğinin gereklerini yerine getirmiyor. Bu konuda belki bilinçsizliğin de bir etkisi vardır. Bu tür eğitimler işverenlerin maliyet kaygısıyla yerine getirmedikleri iş sağlığı ve güvenliği gereklerinin aslında, çok daha fazla iş günü kaybına, daha da önemlisi insan hakkı ihlaline yol açtığını görmeleri açısından önemli bir rol oynayabilir.
Gerçek istatistiklerin bilinmiyor olması nedeniyle iş sağlığı ve güvenliği sorununun büyüklüğü ancak tahminlerle dile getiriliyor. Çünkü kayıtdışılığın yüksek olduğu bir çalışma hayatı mevcut, iş kazalarının gizlendiği meslek hastalıklarının tespit edilemediği bir yapı söz konusu. Ölüm sayısının yüksek olması, bilincin zayıf olması, taşeronluk, denetimsizlik gibi nedenler sorunun büyümesine yol açıyor. İşverenler iş sağlığı ve güvenliği alanındaki yatırımları maliyet olarak görüyor. Ancak insan emeğine ve yaşamına saygısızlık olan bu konudaki ihmaller kasten adam öldürmekten başka bir şey değildir. Bu algıyı değiştirmek zorundayız, iş sağlığı ve güvenliği konusu sadece işyeri ve çalışan düzeyinde değil toplumun genelini doğrudan ilgilendiren, aynı zamanda ulusal ve uluslararası düzeyde ele alınması gereken bir önceliğe sahip.
Bu tespitleri somut veri olarak ortaya koyalım: 2012 yılının bazı istatistik sonuçlarını paylaşırsam neden sorun çok önemli daha iyi anlaşılacaktır. 2012 yılında resmi kayıtlarına göre 74.871 iş kazası meydana geldi. Bu kazalarda toplam 744 vatandaşımız hayatını kaybetti. Bu iş kazaları nedeniyle 1.597.241 gün iş göremezlik geliri ödendi. Bunun anlamı yaklaşık 1.6 milyon gün üretim yapılmadı ve bu günler için üretim yapılmadan ücret ödendi.
Sanırım bu sonuca bakacak olursak iş sağlığı ve güvenliğini maliyet gören zihniyetin hem insanlık suçu işlediğini, ayrıca hem ülkesine hem de kendisine zarar verdiğini görürüz. Ancak burada esas sorunun bilinçsizlikten çok maliyet kaygısından kaynaklandığı gibi çıplak bir gerçeği de göz ardı edemeyiz.
İşçi sağlığı ve güvenliği uygulamasının diğer boyutu ise çalışanlar yani, işçilerdir. Bu noktada eğitim büyük önem taşımaktadır. Ancak, şunu da kabul etmek gerekir ki, işçilerimiz işçi sağlığı ve güvenliği konusunda ne kadar bilinçli olursa olsun, ne kadar gereklere uyarsa uysun, işveren gerekleri yerine getirmiyorsa yani sağlıklı ve güvenli bir iş ortamı sağlanmıyorsa, bilinçli olmaları bir işlev görmeyecektir.
Asıl olan ve altyapı niteliği taşıyan işverenin gerekleri yerine getirmesidir. Üçüncü boyut bu süreçte çok önem kazanmaktadır: Denetim ve yaptırım. Ülkemizde denetimin yetersizliği, özellikle sendikal örgütlülüğün de olmadığı maden ocaklarında işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin mevzuata uygun biçimde yerine getirilmemesine yol açmaktadır. Mevcut müfettiş sayısı ile işyeri sayısı göz önüne alındığında, rutin olarak bir işyerine denetim elemanı ancak yıllar sonra gelebilmektedir. Tüm işverenlerimiz için söylemiyorum ama insan hayatını hiçe sayan, en küçük bir önlemi bile maliyet unsuru gören bazı özel maden ocağı işverenleri de, denetimin etkisizliğinin, yaptırımların yetersizliğinin arkasına sığınarak iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevzuatın gereklerini uygulamaya koymamaktadır. Biliyoruz ki, maden ocakları iş riski, toplu ölümlere yol açan iş kazası riski en yüksek işyerleridir. Bu işyerlerinin sürekli denetim ve gözetim altında olması gerekir.
Denetim ağı yeterli olsa bile -ki çok yetersizdir- her maden ocağının başına bir denetim elemanı dikemezsiniz. Bu noktada sendikal örgütlülüğün önemi ortaya çıkmaktadır. Sendika, iş sağlığı ve iş güvenliği açısından işyerlerinde sürekli denetim demektir. Yani aslında bir özdenetimdir. Sendika sadece, güvenli-sağlıklı iş ortamı sağlamakla kalmaz, yoğun bir kayıtdışının yaşandığı bu işletmelerde, kayıtdışılığın önüne geçilmesini dolayısıyla, devletin vergi ve prim gelirini artırmasını da sağlar. İş sağlığı ve iş güvenliği konusu uzun bir süredir geniş ölçekte bir insan hakkı olarak tanımlanmaktadır: Çünkü iş sağlığı ve güvenliği konusu doğrudan doğruya insanın yaşama hakkıyla ilişkili bir konudur. Yaşama hakkı, insanın en temel hakkıdır. Dolayısıyla, sağlıksız ve iş riski yüksek çalışma ortamlarında insanları çalışmaya zorunlu bırakmak yasaları, tüzükleri çiğnemeden öte bir insan hakkı ihlalidir. İşçi sağlığı, iş güvenliği sorunu işyerlerine sıkıştırılacak bir sorun değildir. Geniş ölçekte bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır.
'Sendikalar öncelikle, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusuyla bir insan hakkı olarak ilgilenmelidir' diye düşünüyoruz. Sendikalar temel olarak 'üyelerinin yaşam standartlarını yükseltmek ve çalışma koşullarını düzeltmek' amacı için çalışır ve mücadele ederler. Bu iki amacın birisi diğerinden öncelikli değildir ve birbiriyle ilişkili, birbirine geçmiş bir konudur. Bir işçinin emeğinin karşılığı olan, insanca yaşamasını sağlayacak ücreti ve hakları alması kadar ve sağlıklı, güvenli, insanca bir iş ortamında çalışması önemlidir. Sendikalar bu anlayışı toplu iş sözleşmesi de dahil olmak üzere, her sendikal süreçte hayata geçirmeye çalışırlar.
Özellikle Türkiye Maden İşçileri Sendikası olarak örgütlü olduğumuz sektörün iş riski yüksek niteliği bizi bu konuya çok daha fazla öncelik vermeye zorlamaktadır.
Değerli Katılımcılar,
Bu nedenle, biz sendika olarak, maden işçilerinin daha sağlıklı-güvenli iş ortamlarında, emeklerinin karşılığını alarak çalışması için girişimlerimizi sürdürüyoruz. Bu çerçevede eğitim etkinlikleri başta olmak üzere yapılacak çalışmalarda sektördeki meslek örgütleri ve kuruluşlarla işbirliği ve dayanışma içinde olacağız. Ve en önemlisi, örgütlü ve örgütsüz maden ocaklarında daha sağlıklı ve güvenli işyerleri ve sendikal örgütlenme için çalışmalarımızı kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz. Sendikal örgütlenmeye ön yargılı ve negatif yaklaşan işverenlerin şu gerçeği bilmelerini istiyorum: Sendika işyerlerinizde sadece öz denetim demek değildir. İş disiplini, verimlilik, oturmuş bir çalışma düzeni demektir.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.'
Sempozyumun panel kısmında da panelist olarak yer alan sendikamız Genel Başkan Yardımcısı Mahir Yiğit, burada da madenlerde iş sağlığı ve güvenliği ile 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu'na ilişkin görüşlerini paylaştı.