IMF VE TÜRKİYE
HABER / DUYURU

IMF VE TÜRKİYE

Türkiye Maden İş Sendikası -

Prof.Dr.İzzettin Önder

IMF Nasıl Bir Örgüttür?

Asıl adı Uluslararası Para Fonu olan IMF, İkinci Paylaşım Savaşı'nın son yılında kurulmuş olan, uluslararası görüntüde, ama aslında ABD'nin denetimi ve gözetiminde, kapitalizmin işleyişini gözeten ve sürdürülmesini sağlayan bir kuruluştur. Başlangıçta 29 üye ülkenin imzası ile kurulmuş olan IMF'nin günümüzde 186 üyesi bulunmaktadır. IMF, Dünya Bankası ile aynı yılda kurulmuştur. IMF'nin yönetimine ülkeler koydukları sermaye oranı ile katılmaktadır. Bu oranda tek başına ABD % 17,09 hisseye ve oy ağırlığına sahip bulunmaktadır. Türkiye'nin IMF'deki oy ağırlığı ise % 1 oranının da altındadır. Bu durumda IMF kararlarında ABD?nin ağırlığı ortadadır. Nitekim, ABD'nin dış borçluluğu Türkiye?ninkinden ve diğer birçok ülkeninkinden daha fazla olduğu halde, nedense, IMF ABD'yi denetim altına almıyor, bizi ve diğer borçlu ülkeleri cendereye sokuyor. İşte, IMF böylesi bir uluslararası olarak kabul edilen, ama aslında ABD'nin yoğun etkisi altında tüm dünya kapitalizminin işleyişini sağlayan bir örgüttür.

IMF Niçin Kurulmuştur?
IMF, 1944 yılında Dünya Bankası ile birlikte kurulmuştur. IMF'nin kuruluş nedenleri arasında dış ödeme sorunları olan ekonomilerin bu sorunlarını çözmeye yönelik ekonomilerin yeniden yapılandırma sorunları ile ilgilidir. Bir ekonominin dış ödeme sorunu ortaya çıktığında IMF'nin ikili çözümü devreye girer. Bunlardan biri, dünya faiz haddinin biraz altında taze kaynak sağlamak; diğeri ise, iç kaynaklarda tasarruf sağlama yöntemlerini devreye sokarak, dış ödemeye gerekli fonları sağlamaktır. Bunun için de bilinen yöntem, bizde de 2000 yılından beri uygulanan, faiz dışı fazla mekanizmasıdır. Bu mekanizmada bütçe harcamaları kısılır, vergi ve sair doğal bütçe kaynaklarından sağlanan tasarruflar dış borç ödemesine yönlendirilir. Böylece borç stokunun hafifletilmesi ve faiz haddinin makul düzeyde tutulmasına çalışılır. İlk anda olumlu bir program olarak görülen bu projenin en sakıncalı boyutu, kar ve rant sahipleri güçlü olduğundan, tüm bu yüklerin emekçilerin ve sair güçsüz kesimler üzerine yıkılıyor olmasıdır. Açıktır ki, IMF borçlu ülkelerde dar ve düşkün gelirli grupların baskılanması için kurulmamaıştır, ancak kapitalist sistem içinde ekonomi içi siyasal dengeler sonucunda IMF programlarının sadıkane uygulanması böylesi adaletsiz sonuçlar doğurur.

Başka bir açıdan bakıldığında ise, IMF, uluslararası rantiye sınıfının avukatlığını yaptığı ve onların alacaklarını garanti altına aldığı ileri sürülür. Bu tez doğrudur. Zira, örneğin Türkiye uygulamasına baktığımızda, IMF Türkiye'nin dış ve iç rantiyelerine çok yüksek faiz ödemiş olduğu halde, bunları hiç dikkate almadan, faizler üzerinde operasyon yapmadan ve borçların ertelenmesinde dahi önayak olmadan, alacakların haklarını(!) korumuş ve borçların ödenmesinde ısrar etmiştir.

IMF'nin İşlevi Nedir, Zaman İçinde Nasıl Değişmiştir?
IMF 1944 yılında kurulduğunda amacı, bugün olduğu gibi, geri ekonomilere kaynak sağlamak değil idi. O dönemlerde gelişmiş ekonomiler döviz kurları üzerinde oynayarak dış ticaret ilişkilerini ayarlayabiliyorlardı. Örneğin, Fransa Almanya'ya ihracat yapmak istiyorsa, Almanya parasının Fransız parası karşısında değeri yükseltiliyordu, böylece Almanların gözünde Fransız malları ucuzlatılıyordu ve Almanlar Fransa'dan ithalatı artırıyorlardı. Bu durum, gelişmiş ülkeler arasında çözümsüzlüğe yol açıyordu. İşte, IMF bu duruma hakemlik yapsın diye kuruldu ve görevi de, ülkelerin döviz kurlarını ayarlamada denetçilik ve yönlendirme yapmak idi. Ancak, zamanla gelişmiş ülkeler arasındaki kur mücadelesi hafiflemiş ve geri ekonomiler ağır borçlu konuma düşmüş olduğundan, IMF'nin günümüzdeki görevi artık IMF?den kaynak sağlayarak dış borç sorununu hafifletmeye çalışan gelişmekte olan ekonomilere yapısal uyum programları dayatarak, dış borç ödemelerinde gerekli havuzun oluşturulmasını sağlamaktır. Kısacası, günümüzde IMF?nin görevi, dünya finasal akımların aksamadan devam etmesini sağlamak ve, bu görevin doğal sonucu olarak da, borçluları sıkıştırıp, alacaklarının alacağını garanti altına almaktır.

IMF Türkiye İlişkisinin Tarihçesinin Ana Hatları Nasıl Gelişmiştir?
IMF ile Türkiye ilk defa 1958 yılındaki ünlü moratoryum uygulamasında karşı karşıya geldi. 1958 Moratoryumun hikayesi şöyledir. 1950 yılında Demokrat Parti işbaşına geldiğinde ilk icraatı serbest piyasa ekonomisini hızlandırmak ve dış ticareti serbestleştirmek oldu. Ancak, o yıllarda Türkiye henüz bir tarım ülkesi idi ve dış dünyaya sattığı ürünler, fındık, üzüm, incir vs gibi birkaç kalem tarım ürünlerini geçmiyordu, buna karşın dış ülkelerden sanayi ürünleri ve ara mallar alıyordu. Bu durumda devamlı olarak dış açık veren Türkiye, 1958 yılı Ağustos ayında moratoryum ilan etti. Moratoryumun anlamı, dış borçların ödenememesi halinin oluşması ve alacaklılarla masaya oturarak yeni bir ödeme planı yapılmasıdır. Kısacası, moratoryum bir devlet ekonomisinin iflası demektir. İşte, bu durumda IMF ile ilk anlaşma yapıldı, döviz kuru yükseltildi, yani devalüasyon yapıldı, bütçe sıkı disiplin altına alındı, böylece borçların ödenmesi için kaynak oluşturulmaya başlandı. İlk anlaşma ve ondan sonra muhtelif tarihlerde IMF ile yapılmış olan 15 ayrı anlaşma da tam olarak uygulanamadı. Ancak, 2000 yılında yapılmış olan 17inci anlaşma büyük bir sadakatle uygulandı ve böylece bugünlere geldik.

2000 Yılı Stand-By Programının Genel Çizgisi Nedir?
Türkiye ekonomisi 1999 yılında ağır borçlu, yüksek enflasyonlu ve yüksek faizli bir ekonomi olarak IMF'nin gözetimine girdi. Gözetim bir anlaşma değildir ve bu aşamada IMF'den nakit destek de alınmadı. Ancak, işlerin düzelmemesi üzerine 2000 yılı başında IMF ile 17inci stand-by anlaşması yapıldı. IMF programı, üç ana temel üzerine oturtuldu. Birinci temel para programı olup, bu çerçevede Merkez Bankası iç kaynaklardan arındırılarak, para kurulu olarak çalıştırılmaya başladı. Aynı çerçevede enflasyon hedeflemesi uygulandı ve döviz, dar bir bant içinde, enlasyon hedefine bağlanarak döviz çıpası sistemine geçildi. Bu temelin amacı enflasyonu denetlemek idi. Programın ikinci temelinde, mali disiplin yer almakta idi. Bu çerçevede ?faiz-dışı fazla? hedefine yönelik olarak, kamu kesiminin küçültülmesi programı devreye sokuldu. Bu temelin amacı da, borç ödemesine yönelik bütçeden kaynak ayırmak idi: Stand-by anlaşmasının üçüncü ayağında ise, yapısal reform başlığı altında, piyasaların serbestleştirilmesi ve özelleştirme uygulamaları devreye sokuldu. Bu temelin amacı ise, ekonomiye döviz sağlama görüntüsü altında, değerli kamu kuruluşlarını iç ve dış sermaye çevrelerine devretmek idi. Bu kanalla dünya emperyalizmi Türkiye ekonomisine giriş yaptı.

Program iki kez krizle ciddi yara alınca, Şubat 2001 krizinden sonra devreye sokulan ikinci aşamada, enflasyon hedeflemesinden ve döviz çıpası uygulamasından vazgeçildi. Uygulamanın ikinci aşamasında ağırlık banka ve finans kesiminin yapılandırılmasına verildi. Bankaların yeniden yapılandırılarak, sermayelerinin güçlendirilmesi yoluna gidildi. Kamu bankalarının özelleştirilmesine ve/veya birleşme yöntemleriyle el değiştirilmesi politikası uygulandı. Ancak bu önlemler uygulanırken, reel kesim ikinci aşamaya bırakıldığından, bazı alanlarda ciddi iflaslar ve çöküntüler yaşandı ve mevcut işsizler ordusuna yeni işsizler katıldı.

2000 Yılı Stand-By Programının Dokuz Yıllıık Uygulama Sonucu Ne Olmuştur?
IMF direktifleri doğrultusunda bütçelerin milli gelir içindeki ağırlığı geriletilmekte, geçmişte bir nebze de olsa, gündemde tutulamaya çalışılan sosyal bütçe kavramı eritilerek, bütçe disiplini ile ikame edilmeye başlanmıştır. Tüm bu çabalara rağmen, vergi gelirleri gereği biçimde artırılamadığı için, bütçe açığının milli gelire oranının hedeflendiği düzeyde geriletilemediği görülmektedir. IMF politikalarının son dokuz yıllık uygulama sonuçları şöylece özetlenebilir:
- Kamu kesimi içinde üretilen kamulaştırılmış hizmetler kısmen piyasaya bırakılmakta, kamu kesimi içinde kalanları ise nitelik ve nicelik olarak zayıflatılmaktadır.
- Kamu kesimi maddi ve beşeri alt-yapı oluşumunda başat rol oynamaktan çekilerek, piyasa aktörlerinin bu sahaya girmesine meydan verilmektedir. Bu yönü ile bütçe, maddi ve sosyal alt-yapı oluşturma işlevini yitirmektedir.
- Vergi vermeyen varsıl kesimin oluşturduğu borçlanma, kamu kesimi borç gereği şeklinde kavramsallaştırılırken, faizi ile birlikte sosyalize edilerek bir yandan özelleştirmelerle kamu mülk satışları, diğer yandan da faiz-dışı fazla politikasıyla tüm topluma yıkılmaktadır. Ciddi borç sarmalına girmiş olan ekonomide kamu kesiminin iç borçları yükselirken, dış borçlarında hafif bir iyileşme gözlenmektedir. Tüm bu borçlar karşılığında önemli miktarda faiz ödemesi yapılmaktadır.
- Dar ve orta gelir grubuna dahil vatandaşlar, piyasada oluşan bozuk gelir dağılımı yanında, eritilen kamu hizmetleri ve ağır dolaylı vergilerle bir kez daha yük altına itilmiş olmaktadır. Bu yönü ile bütçenin hiçbir sosyal işlevi söz konusu değildir.
- Faiz-dışı fazla politikası ile topluma büyük yük yıkılırken, borçların eritilmesi fazla mümkün olmamış, bu amaçla, özelleştirmeler devreye sokularak, Telekom, Petkim vb gibi gözde kamu kuruluşları yerli ve yabancı özel sermaye çevrelerine değerlerinin çok altında fiyatlarla devredilmiş bulunmaktadır.

Son Krizde IMF'nin ve Hükümetin Tavırları Nasıl Şekillenmiştir?
Son krizde IMF, görevi gereği, dünya finans piyasalarının çökmesini engellemek amacıyla faaliyetlerini yoğunlaştırırken, bu arada, doğal olarak, Türkiye'yi de mercek altına aldı. IMF'nin Türkiye'ye yaklaşımı, geçmişteki programların doğrultusunda, kamu harcamalarının sıkı bir denetime alınması ve kısılması, bütçede faiz ödemeleri için yeterli fon ayrılması, yerel idarelerin harcamalarının kısıtlanması gibi kemer sıkıcı politikalar önerme şeklinde belirdi. Buna karşı, hükümet, krizin ekonıomiye teğet geçeceğini iddia ederek, IMF ile anlaşmaya biraz soğuk baktı. Hükümetin bu tavrına, araya giren yerel seçimler de etkili oldu. IMF?nin yerel idarelerin harcamalarını kısma önerisine, seçime gidilirken AKP hükümeti sıcak bakmadı ve bu nedenle, IMF ile görüşmeleri geçici olarak ve seçim sonucuna kadar dondurdu. Ancak, sermaye çevreleri hükümetin IMF ile anlaşmasında ısrarlı oldu, zira sermaye kesimi nakit ihtiyacı içinde idi ve IMF ile yapılacak anlaşma sonucunda hem IMF'den nakit sağlanacak, hem de dünya piyasalarından uygun koşullarda para bulmak kolaylaşacak idi. Şimdilerde, seçimlerden uzaklaşıldığından ve sermaye kesiminin baskıları da yoğunlaştığuından hükümet IMF ile anlaşma yapma yoluna giriyor olabilir. Hükümetin IMF ile anlaşmaya fazla sıcak bakmamasının bir nedeni de, ekonomiye kaynağı belirsiz döviz girişinin krizin sıkışıklığını bir dereceye kadar hafifletiyor olmasıdır. Ne var ki, ekonoımiye aşırı döviz girişi ve döviz kurunun düşük, ulusal paranın aşırı değerli olması ithalatı artırıyor, ihracatı ise frenliyor ve uzun dönemde dış açığı yükseltme eğilimi taşıyor.

Emekçi Kesimler ile IMF Programları Arasındaki İlişki Nasıl Gelişir?
Hükümet IMF ile anlaşma yapmasının emekçi kesimler üzerindeki en önemli etkisi, yukarıda da sözü edildiği üzere, ücretler üzerinde baskı olarak gelişecektir. Ancak, kriz bahanesi ile zaten büyük emekçi kesimi işten çıkartıldı ya da ücret zamlarından mahrum bırakıldılar. Kriz, maalesef, sermaye kesimine çok büyük bir fırsat oluşturdu ve sermaye kesimi de bu fırsattan sonuna kadar yararlanmada beis görmedi. Dolayısıyla, IMF ile anlaşma yaparak işlerin açılacağını ve bu yolla istihdamın yükseleceğini beklemek hayaldir.

Ancak; gerek sermaye kesiminin gerekse hükümetin IMF ile anlaşmaya sıcak bakmalarının en önemli nedenlerinden biri de, gerek ücret zamlarında gerekse bütçe kalemleri üzerinde yapılacak artışlarda IMF öne sürülerek oldukça frenli davranmak söz konusu olabilir. Bunun sonucunda, ekonomik krizin vurduğu orta ve düşük gelir gruptaki toplum kesimleri, sadece krizden değil, IMF tehdidinden de ciddi yara alıyor olacaktır. Bu nedenle emekçi kesimlerin ve orta ve düşük gelir grubuna dahil kesimlerin IMF ile yapılacak bir anlaşmaya sıcak bakmaması gerekir. Bu kesimler, IMF'nin kendilerine pranga vuracağı anlayışında işbirliği yapmalıdır. Aynı şekilde, sendikaların ve halkın yanındaki tüm örgütlerin de IMF cenderesine sıcak bakmaması gerekir.