31 AĞUSTOS 2006 TARİHİNDE TOPLANAN BAŞKANLAR KURULU'NUN AÇIŞ KONUŞMASI
BASIN AÇIKLAMASI

31 AĞUSTOS 2006 TARİHİNDE TOPLANAN BAŞKANLAR KURULU'NUN AÇIŞ KONUŞMASI

Türkiye Maden İş Sendikası -

Başkanlar Kurulumuz Değerli Üyeleri,
Sizleri şahsım ve yönetim kurulu üyesi arkadaşlarım adına saygı ve sevgiyle selamlıyor, bir kez daha hoşgeldiniz diyorum...

Değerli Başkanlar,
İçinde bulunduğumuz dönemi ekonomik ve sosyal olarak birkaç başlıkla tanımlayacak olursak, sanıyorum ki bu başlıklar şöyle olurdu:
- Ekonomik politikaların sıcak paranın baskısı altında belirlendiği, yatırım, üretim ve istihdamın artmadığı, toplumsal refahın ekonomik büyümeye paralel yükselmediği bir tüketime dayalı ekonomik büyümenin yaşandığı bir dönem,

- Dış politikada, özellikle bölgemizi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirme çabasındaki Amerika?ya endekslemeye çalışan çabaların öne çıktığı uzun vadeli ulusal çıkarların ve gelenekselleşmiş devlet politikalarının arka planda bırakıldığı bir dönem,

- Türkiye?de temel sosyo-ekonomik sorunların bir sonraki döneme devredildiği dönem.

Başbakanımızın deyimiyle: sorunların ötelendiği, biraz günün ve görüntünün kurtarıldığı bir dönem

- Bir dönem gündemden çıkan, bölücü terörün yeniden tırmandığı ve şehit cenazelerinin yeniden yürekleri dağladığı bir dönem.

- Sendikacılık hareketinin kan kaybının devam ettiği, dolayısıyla, çalışanların ekonomik ve özellikle de sosyal kazanımlaının gerilediği bir dönem;
Değerli Başkanlar,
Gerçekten de Türkiye ekonomisi deyim yerindeyse sıcak paranın baskısı altında yaşıyor.

Biliyorsunuz, Haziran ve Temmuz aylarında, cari açıktaki tehlikeli artış gibi bir kısmı içsel, ABD Merkez Bankası?nın faizleri artırması gibi bir kısmı küresel etkilere bağlı olarak ekonomi bir çalkalanma yaşadı.Kurlar yükseldi, borsa geriledi, sıcak paranın bir kısmı çıktı.Hükümet biliyorsunuz önlem olarak hemen faizleri yükseltti. Faizler yüzde 20'nin üzerine çıktı. Piyasaya döviz satarken, Türk Parasını topladı. Bu önlemleri yoğunlaştırarak sürdürdü. Yüzde 35?e yakın artan dolar kurunu, 1.450?lere çekti.

Türkiye ekonomisi, düşük döviz kuru-yüksek reel faiz-ucuz ithalata dayalı politikayla, genel olarak ithalata ve sıcak para haraketlerine dayalı bir büyüme sürdürüyordu, hükümetin aldığı önlemler bu politikanının sürdürüleceğini gösterdi.

Ekonomistler bu büyümeye yalancı cennet ekonomisi diyorlar.Çünkü, bu büyüme istihdam yaratmıyor, işsizliği önlemiyor, toplumsal refahı artırmıyor, gelir dağılımınI düzeltmiyor.

Bu büyüme üretimi artırmıyor, tersine bu büyüme, dış açığı, cari açığı tırmandırıyor.Cari açık milli gelirin yüzde 7.3?e ulaşmış durumda.2005?te bu oran yüzde 6.4?tü

Bu politika, ihracatı değil ithalatı teşvik ediyor, üretim ve istihdam yaratıcı yatırımı değil, spekülatif, kolay kazancı teşvik ediyor.

Bakın, Türkiye İstatistik Kurumu, EUROSTAT ve OECD?nin ortaklaşa yürüttüğü satın alma paritesini esas alan çalışma gösteriyor ki, Türkiye yurttaşı, Makedonyalılardan sonra, Avrupa?nın en yoksul ikinci yurttaşı konumundadır.

Bu araştırmaya tüm eski doğu bloku ülkeleri de dahil.

Yani, son 3 yıldır sağlanan yüksek oranlı ekonomi büyüme ne yazık ki, Türk Halkına aynı oranda refah getirmemiş.

Toplumun hemen her kesiminden tepkiler yükseliyor.

Tarım kesimi gerçekten kan ağlıyor, bir yanda fındık diğer yanda üzüm, tütün üreticisi...

İhracata dönük üretim yapan firmalar ateş püskürüyorlar.

Turizm sektörü kan ağlıyor.

Çalışanların reel olarak gelirleri azalıyor.

İşsizlik azalmıyor. TÜİK, işsizliğin son üç aydır azaldığını ileri sürüyor.

Hükümetin kendisi bile inanmıyor bu rakamlara çünkü, inansalar övünürlerdi.

İşsizliğin azalıyor gözükmesinin nedeni işsizlerin önemli bir bölümünün istatistik dışı kalması..

Bakın, Tükiye hızlı artan nüfusuyla, çalışabilir nüfusu yani işgücü arzı sürekli artıyor.

Ama İstatistik Kurumunun rakamlarına göre, 2006?nın ilk altı ayında geçen yıla göre çalışabilir nüfus sayısı yaklasık 950 bin kişi artmış.

Bir işte çalışanlar ise aynı dönemde sadece 179 bin kişi artmış. Bu rakamlara rağmen işsizlik yüzde 10.3?ten yüzde 9.9?a gerilmeştir. İnsanların işsiz sayılabilmesi için, araştırmanın yapıldığı tarihten en fazla üç ay önce bir kanaldan iş aramış olmaları gerekiyor.

Ama, insanlar artık işbulma umutlarını kaybettikleri için iş aramıyorlar.

İstatistiklere de girmiyorlar.

Böylece işsizlik rakamları da azalmış gibi görünüyor.

Halbu ki işsizlik çığ gibi büyüyor...

Değerli Başkanlar,
Türkiye, Haziran ayında belki bir kriz yaşamadı ama bir spazm geçirdi.

Yani ekonomi uyarı verdi.

Hükümet, köktenci önlemler almalı ki, bir sonraki etkilenmede kriz gelmesin.

Ama, hükümet, yalancı cennet ekonomisini sürdürmeyi yeğliyor.

Bugünü kurtarma yaklaşımı aynı zamanda.

İşsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı sorunu, cari açık gibi sorunları da erteleme ya da Başkanımızın kendi deyimiyle öteleme yaklaşımı.

Ama nereye kadar günü kurtaracaksınız, nereye kadar sorunları öteleyeceksiniz.

Kartopunun çığa dönüşmesi gibi,bir gün büyük kriz olarak geri dönecek.

Bu nedenle, hükümetin artık gerçeği görmesi, daha önemlisi riski göze alması ve bu yalancı cennet ekonomisinde köklü revizyonlara gitmesi gerekiyor.

Ama, açık söylemek gerekirse, seçimlerin yaklaştığı dönemde, hükümetin sıcak paraya dayalı büyümeyi sürdürme niyetinde olduğu görülmektedir.

Değerli Başkanlar,
Türkiye?nin içinde yer aldığı coğrafya gerçekten, halen;
- Çatışmaların yaşandığı,
- Etnik, dinsel ve yayılmacı amaçlı yeni sıcak çatışmalara ve savaşlara gebe,
- Amerika?nın enerji kaynaklarına egemen olma amacına parelel olarak Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde yeni haritalar belirleme peşinde olduğu,
- Yalnızca ABD?nin değil, Avrupa Birliği ve Rusya?nın etkinlik sağlamak için stratejiler geliştirdiği gerçekten kritik, mayınlı bir bölge,

Tabii ki, bir de tüm bunlara, ABD?nin bölgedeki büyük koçbaşı konumundaki İsrail?in ABD güdümlü, yayılmacı, Büyük Ortadoğu Projesi?ne hizmet edecek nitelikteki hareketlerini, terör örgütünün üs yaptığı Kuzey Irak?taki durumu da bu tabloya eklemeliyiz.

Türkiye, yıllardır, bu kritik ve mayınlı bölgede, bölgedeki sıcak çatışmalara müdahil olmadan, orta ve uzun vadeli ulusal çıkarlarını korumaya yönelik bir politika izliyor.

Bunda da biliyoruz ki, Türkiye, güçlü, disiplinli ordusu, istikrarlı yapısı ve güçlü devlet geleneği ile büyük oranda başarılıdır.

Türkiye bölgede her ülke ve taraf ile rahatlıkla görüşebilen, istikrar ve prestij sahibi bir komşu niteliğinde.

Bunda Ulu Önder Atatürk?ün ?yurtta sulh, cihanda sulh? ilkesinin iktidarda hangi parti olursa olsun hayata geçirilmesinin etkisi vardır.

Değerli Başkanlar,
Türkiye?nin içinde yer aldığı bölge kritik bir dönem yaşıyor.

Gündemde Türkiye?nin Lübnan?a Birleşmiş Milletler kararı doğrultusunda asker göndermesi var.

Bakanlar Kurulu asker gönderme kararını TBMM?ye taşıma kararı aldı.

Yani, Hükümet asker göndermek için tezkereyi Meclis?ten geçirecek.

Türkiye Lübnan?a asker göndermeli mi, göndermemeli mi tartışmasına girmeden şu noktanın altını çok ama çok iyi çizmek gerekiyor:
Türkiye, salt komşularıyla değil, uluslararası düzeyde tüm ülkelerle ilişkilerinin çerçevesini çizerken, kararlar alırken, önceliği kendi ulusal çıkarlarını, kendi yerleşik politikalarını, ilkelerini, halkının konuya ilişkin yaklaşımını göz önüne alarak karar vemelidir.

Bir ülkenin yayılmacı amaçları doğrultusundaki politakalarına endekslenmiş dış politika kararları almamalıdır.

Ekonomi yönetimini IMF?ye teslim edip, dış politika kararlarını Amerika?ya bırakarak ülke yönetilemez.

Açıkça, Amerika?ya söz verildiği için, Amerika?nın çıkarları gerektirdiği için değil, ülkenin çıkarları gerektirdiği için Lübnan?a gidilmesi gerekiyorsa gidilmelidir.

Kuzey Irak?taki bölücü terör örgütüne yönelik operasyona karşı çıkan Amerika?nın ve küçük ortağı İsrail?in çıkarlarını korumak için Lübnan?a gidilme kararı alınacaksa hiç alınmasın diyoruz.

Türkiye?nin tüm dengeleri gözetilerek, kendi ulusal çıkarları çerçevesinde, kalıcı komşuluk ilişkilerini ve bölgesel dengeleri göz önüne alarak bu kararı vermesi gerekir diyoruz.

Değerli Başkanlar,
Son günlerde işsizlik sigortası konusu ile ilgili, ilgisiz birçok kişi ve kesimden spekülasyon olarak nitelendirilecek açıklamalar yapılıyor.

Medyanın gündeminden hiç düşmüyor.

İşsizlik sigortasında fonu 23 katrilyonu aştı.

Bunda, fonun birikimlerinin, kim ne derse desin iyi değerlendirilmesinin ve fonu istismar edecek girişimlere izin verilmemesinin etkisi var.

Eleştirilerin bir bölümü gerçekten doğru eleştiriler.

İşsizlik sigortasına hak kazanmanın koşullarının ağır olduğu ve işsizlik sigortası ödentisinin düşük olduğu eleştirileri gerçekten doğru eleştiriler.

Ayrıca, işsizlerin iş bulmasına yardımcı olacak meslek kazandırma faaliyetlerinin yetersiz olduğu bir gerçek.

Biliyorsunuz fon 2000 yılında kuruldu, 2002?de de işsizlik sigortası ödemelerine başlandı.

Eğer başlangıçta ödemeler yüksek, işsizlik sigortasına kazanmak kolay olsaydı bugün bu birikime ulaşılamazdı.

Şimdi, bu konuda biz işçi kesiminin de talebine paralel olarak yeni düzenleme yapılıyor.

İşsizlik sigortası ödentisine hak kazanmak kolaylaştırılırken, ödeme miktarının tavanı da mevcutun iki katına çıkartılıyor.

Ama, işsizlik sigortası konusunda spekülasyon yapan özellikle işveren çevrelerinin amacı çok farklı.

Çünkü, birçok kesimin ve özellikle de bir kesimin gözü bu fonda.

İşverenler, kıdem tazminatının azaltılmasını ve kıdem tazminatlarının kurulacak bir kıdem tazminatı fonundan ödenmesini istiyorlar.

İşverenlerin isteği bununla da bitmiyor. İşverenler, kurulacak kıdem tazminatı fonuna, işsizlik sigortası fonundan para aktarılmasını istiyor.Yani, kıdem tazminatı azaltılacak, işverenler kendileri ödemeyecek, bir fon

kurulacak, bu fondan ödenecek, ama bu fonu da işsizlik sigortası fonu finanse edecek.

Hükümetin bazı bakanları da işverenlerin bu talebi doğrultusunda açıklamalar yapıyorlar.

Değerli Başkanlar,
İşte, işsizlik sigortası konusunda yürütülen spekülasyonlaın arkasında işte bu amaç yatıyor.

Türk-İş olarak ne kıdem tazminatı konusunda kazanılmış haklarda kayıplara yol açacak, bu hakkı geriye götürecek bir düzenlemeye ne de işsizlik sigortası fonunun amacı dışında kullanılmaya yönelik girişimlere izin veririz.

Bunu da herkesin bilmesi gerekir.

Değerli Başkanlar,
Genel olarak dünyada ve özellikle de ülkemizde sendikacılık hareketi açısından olumlu gelişmelerin yaşanmadığını görüyoruz, biliyoruz ve yaşıyoruz.İçinde bulunduğumuz süreç, çalışanlar ve örgütleri açısından genel olarak kayıpların yaşandığı bir gerileme süreci.

Sendikal hareket sürekli kan kaybediyor.
Sendikacılık hareketinin saldırılara karşı koyması, siyasal iktidara karşı taleplerinde etkili olması için ortak platformları güçlendirmesi, organik bütünleşmeleri sağlaması gerekiyor.

Ama sendikacılık hareketi olarak organik birleşmeler sağlanmadığı gibi, geçmişte işler olan platformlar da ne yazık ki, artık etkisiz kalıyor.Bunun somut örneği sosyal güvenlik ve genel sağlık sigortası yasalarında yaşandı.

Bu yasalar, taslak ve tasarı halindeyken, Emek Platformu?nda alternatif öneriler oluşturuldu. Çalışmalar yapıldı. Ama hükümetin bu tepki ve önerileri çok dikkate aldığı söylenemez.

Çünkü, Emek Platformu da blok olarak hareket edemiyor. Siyasal iktidara kendini yakın hisseden, memur ya da işçi konfederasyonları platformun kararlarının etkili biçimde hayata geçirilmesini, güçlü ve kararlı bir duruşun sağlanmasını engelliyorlar.

Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası yasalarında emek kesiminin taleplerinin dikkate alınmamasında platformun bu zaafının büyük etkisi oldu.Emek Platformu gibi, emek bileşenlerinin oluşturduğu platformlarda tam bir bütünleşme sağlanmazsa, sendikal alanda organik birleşmeler yapılamazsa, yeni kazanımlar sağlamak mümkün olmadığı gibi, kayıpların da önüne geçilemeyecektir.

Amerika?yı yeniden keşfetmeye çalışmanın anlamı yok.

Dünya sendikacılık hareketindeki gelişmelere bakmak yeterlidir.

Dünya?da olduğu gibi Türk sendikacılığının çıkışının da iki sacağından birisi örgütlenmeyse, diğeri birleşmelerdir.

Artık, sendikalardan başlayarak birleşmeler başlamalıdır.

Konfederatif düzeye de bu birleşmeler taşınmalı, birleşmeler sağlanamazsa ya da sağlanıncaya kadar emek platformu gibi çalışanların örgütlerinin oluşturduğu platformlar çok etkin kılınmalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle, beni dinlediğiniz için sizlere teşekkür ediyorum.